20 Haziran 2011 Pazartesi

13. Mini anket sonuçlandı!


Merhaba!

Nasılsınız? Ben iyiyim. Yine Karadeniz dolaylarındayım. Şu an önümde masmavi bir deniz, kulağımda kuş cıvıltıları var. Bir de masada çevirisini yaptığım metin (Burçin belki okuyorsundur,selam!), birkaç kitap ve kalemler... Sürekli masanın üstüne atlayıp her şeyi tarumar eden kedimi de unutmamak lazım. Her şey güzel hoş gibi. Böyle işte...

Ankete bu sefer katılım epey fazlaydı, çok sevindim (: Rekor kırıldı.

Sorumuz şuydu: Aynı anda birden fazla kitap okumak hakkında ne düşünüyorsunuz?

24 kişi yapıyorum bence mümkün demiş.
8 kişi ben yapamıyorum, çok kafa karıştırıcı demiş.
28 kişi de bazen yapıyorum demiş.

Açıkçası ben yapamıyorum'cuların daha fazla olacağını tahmin etmiştim. Öyle olmadı. Ben bazen diyenlerdenim. Ama ben genelde birden fazla şeyi aynı anda okumak zorunda kalıyorum. Genelde de sebebi ya yaptığım çeviriler, çoğu zaman da okul derslerinin benden talepleri sebebiyle oluyor. Ama mesela akademik bir metin/kitap ile bir roman/öykü okuduğumda benim için sorun olmuyor gibi. Bu kafamı çok karıştırmıyor. Belki de bunu çok sık yapmak zorunda kaldığım için artık alıştım. Fakat aynı anda iki edebi eseri okumayı gerçekten sevmiyorum ve yapmamaya çalışıyorum. Bir kere kesinlikle ne birine ne de ötekine yoğunlaşabiliyorum. İkisi de bittikten sonra olaylar, kişiler kafamda bir yumak haline geliyor. Kısacası ben yapamıyorum.

Ama bir de şu var. Bazı kitaplar dinlendire dinlendire okutuyor kendini. Bana kalırsa Savaş ve Barış, Böyle Buyurdu Zerdüşt bu duruma örnek kitaplardandır.İşte ben de böyle kitapları aldığımda elime bir solukta bitirmemeye gayret ediyor, ve arada başka kitaplara da yer veriyorum. Ama bu aynı anda birden fazla kitap okumak kategorisine girmez sanırım.

Neyse, bir anketin daha sonuna geldik. Katılanlara teşekkürler. Yeni ankete de bakmayı unutmayın!

18 Haziran 2011 Cumartesi

Sıradaki Yazar...


Yusuf Atılgan.

Küçük ayrıntıların tekdüze şaşmazlığında...

Öykünün Kedi Gözü - Semih Gümüş


"Şiire yakın, ama şiirsellikten korkması gereken; düzyazı, ama romanın dünyasına uzak. Bu iki uca değip kaçan, ikisinin arasında, sıçrayan fasulye"

Böyle tanımlıyor Semih Gümüş öyküyü. Sizce de mükemmel değil mi?

Bu sefer bir eleştiri kitabıyla karşınızdayım. Son zamanlarda "yazmak" üzerine yazılmış kitapların peşindeyim.Ruhumda didaktik bir eğilim var sanırım.

Ben Semih Gümüş'ü işinin ehli olmasına rağmen önlenemez alçakgönüllülüğünden dolayı çok severim. Bir de Cortazar'a duyduğu hayranlıktan ötürü.

Öykü okumayı sever misiniz? Ben gerçekten severim. Kısa cümleleri severim. Karakterleri az ve öz tanımayı severim. Bu karakterleri tanıdıkça soğumayacağımı bildiğimden severim. O vurucu anı beklemeyi severim. Düğüm çözüldükten sonra ipleri parmaklarımın arasında dolaştırmayı severim. Bir gün benim de ilk gerçek öykümü yazabilme ihtimalini severim.

Semih Gümüş Ankaralı. Hafif çekik gözleri gülünce kısılanlardan (benimkiler kesinlikle ufak birer top büyüklüğünde olduğundan böyle karakter sahibi gözleri severim). Ankara Siyasal mezunu. Sırf bu dönem üzerinden anlatacak çok şeyi olanlardan. Adam Öykü'nün eski Notos Öykü'nün şimdiki genel yayın yönetmeni. Daha önce yayınlanmış kitapları ise: Futbol ve Biz, Başkaldırı ve Roman (bunu kesinlikle öneririm), Eleştirinin Sis Çanı, Kara Anlatı Yazarı Vüsat O. Bener, Öykünün Bahçesi, Yazarın Yalnızlık Burcu, ve Modernizm ve Postmodernizm. Ben Gümüş ile birkaç ay önce tanışma ve azıcık sohbet etme şansı yakaladım. O kadar seviyor ki yaptığı işi ve o kadar bilgili ki, çok imrendim.

Benim elimdeki kitap Can Yayınları'ndan (gerçekten çok fazla bu yayınevinden kitap alıyorum, sevimli minik kırmızı kalp yüzünden sanırım) 2010 yılında çıkmış. Kapak tasarımı Ayşe Çelem Design tarafından yapılmış ve bence gerçekten çok başarılı. İçerisinde kaynaklar ve dizin bölümleri olması benim ayrıca hoşuma gitti.

Kitaba gelelim.


Öykü artık sadece yazarların ilk romanlarından önceki antreman sahaları mı? Gümüş yer yer bu soruyu soruyor sonra da hem kendi hem de okuyucuların yüreğine su serpmek için sıraladıkça sıralıyor genç yazarları ve albenilerini. Bir de diyor ki, "Türk öykücülüğünün bulunduğu yer, yarın çıkacağı yerden her zaman daha aşağıda olacak..." Kitap iki buçuk bölümden oluşuyor diyebiliriz. Buçuk kısım Gümüş'ün genel olarak konuyla ilgili ele aldığı yazılar. Bunlar çok uzun değil, bu nedenle buçuk dedim. Esas ilk bölüm, faydalı ve dönüp dönüp bakabilecek ve isterseniz kendinize okuma listesi çıkarabileceğiniz bir düzende. İkinci bölüm için de geçerli bunlar. Fakat ikinci bölüm daha detaylı bir şekilde yazarlar üzerinde duruyor. Birinci bölüm Ahmet Mithat Efendi'den başlayıp Faruk Duman'a Türk öykücülerini sıralıyor. Bahsettiği yazarlar hakkında en fazla birer paragraf bilgi vererek. Esas ikinci bölümde "benim yazarlarım" dediği birkaç ismi kısmen daha derinlemesine anlatıyor. Kimler mi var? Salah Birsel, Tomris Uyar, Füruzan, Selim İleri, Murathan Mungan, Fatih Özgüven, Murat Yalçın, Hakan Ergül...

Bir de mesela şu tavrı çok güzel ve örnek alınası Semih Gümüş'ün. "Benim yazarlarım" dedikleri var. Dönüp tekrar okudukları. Ama takım tutar gibi göz dönmüş bir şekilde savunmaya çalışmıyor onları. Olması gerektiği gibi, daha iyi anlamaya çalışıyor bu insanların ürettiklerini, her yıl belki de farklı anlamlar çıkarma çabasında. Ve ekliyor,"Yazarını sev, ama kendince. Onu eleştirenleri kem gözle görürsen, edebiyatın sana gerekmediğini de anlamalısın".


Ben bu kitabı sevdim. Eğer Öykü 101 diye bir ders olsa, ders kitaplarından biri bu olabilirdi. Biri olabilirdi çünkü bence biraz fazla temel ve yüze yakın yazarın adı geçtiği için çok derinlere inemiyor. Bir de elbette eğer bahsedilen yazarları okumuşluğunuz varsa kitaptan daha çok zevk alıyorsunuz. Okuması keyifli bir kitap olmasına rağmen keşke yazar tüm bahsettikleri arasından birkaç konu çekip çıkarsaydı da onlara yoğunlaşsaydı demeden duramadım.

Bu kitap en çok da Türk öykücülüğüne merak duyanların ama nereden başlayacağını kestiremeyenlerin başucu kitabı olacak nitelikte. Bence bir elinize bu kitabı bir elinize de not defterinizi alın, Gümüş'ün de yorumlarından faydalanarak hazır yaz gelmişken kendinize güzel bir okuma listesi çıkarın.

Bir de benden size bir kıyak (kıyak birazcık argo gibi oldu, kusura bakmayın). Semih Gümüş'ün özellikle üzerinde durduğu, gizliden gizliye "Bence bunları okuyun" dediği öykülerden/kitaplardan birkaçını ekliyorum. Umarım keyifle okursunuz.

İshak - Onat Kutlar

Parasız Yatılı - Füruzan

Bir Denizin Etekleri - Selim İleri

Eldivenler, Hikayeler - Murathan Mungan

Bir Şey Oldu - Fatih Özgüven

Yürekte Bukağı - Tomris Uyar

Kurutulmuş Felsefe Bahçesi - Salah Birsel

Göl İnsanları - Kemal Tahir


Bir soruyla bitiriyorum bu kitap yazısını. Semih Gümüş'ün bir sorusuyla.

Öteki pek çok büyük edebiyatta hep kış yaşanırken, bizim edebiyatımızda öykünün zamanı neden hep bahardır?

Cevap, öykülerde saklı.

17 Haziran 2011 Cuma

Yaz için çocuklara kitap önerileri


Yaz geldi, bugün de karneler alınıyor! Sokaklarda zaten bir karışıklık var, belli. Ben karne günlerinde hep çok heyecanlanırdım. Gece karnım ağrırdı, sabahları annem işten izin alır benimle karne gününe gelirdi. O gelemediğinde de anneannemle giderdik. Karne hediyem ise her sene aynıydı. Belli bir kredi verirlerdi annemler. Mesela bu sene X lira (tabi o zaman milyondu) hakkın var. Bunu istediğin şekilde harca derlerdi. Ve ben elbette kitap alırdım. Bir tek liseli ergen yıllarımda gidi kendime saçma sapan makyaj malzemeleri almıştım o kadar. Düşünün aldıklarımın arasında göz altı kremi ve bronzlaştırıcı vardı. Elbette bu hata bir daha yapılmadı. Kısacası beni karne hediyem hep kitaplar oldu ve çok da iyi oldu (:

Şimdi kendimce hazırladığım bir listeyi okuyacaksınız. Elbette otorite falan değilim ama çocukluğum çok geride kalmadığından hatta hala en büyük zevkim çizgi film izleyip süt içmek olduğundan 'halden anlar' bir liste olacağından emin olabilirsiniz. Umarım bu lsiteden yola çıkıp birkaç çocuğu belki de kendinizi sevindirirsiniz.

not: bazı kitaplar serilere air bir de çoğu çok yeni kitaplar olmadığı için fiyatları da oldukça uygun. Keseye dost bir liste yani (:

1. Pasaklı Cadı Serisi - Kaye Umansky

2. Dört Kafadarlar Takımı - Thomas Brezina

3. Momo - Michael Ende

4. Bitmeyecek Öykü - Michael Ende

5. Küçük Kara Balık - Samed Behrengi

6. Ölümsüz Ece - Gülten Dayıoğlu

7. Tobia ve Melek - Susanna Tamaro

8. Pıtırcık Serisi - René Goscinny

9. Ayıcık ile Farecik'in Maceraları - Gabrielle Vincent

10. Asteriks Serisi - René Goscinny

11. İkiye Bölünen Vikont - Italo Calvino

12. Ozan Beedle'in Hikayeleri - J.K. Rowling

13. Kayıp Şeyler Ülkesinde-Ege Erim

14. Çocuklar İçin Ortaçağ - Jacque Le Goff

15. Tobie Lolness - Timothée de Fombelle

16. Roald Dahl'ın tüm kitapları!

17. Uçan Sınıf - Erich Kastner

18. İskambil Kağıtlarının Esrarı - Jostein Gaarder

19. Narnia Günlükleri - C.S. Lewis

20. Arthur - Luc Besson

21. Dolabın Esrarı - Lynne Reid Banks

22. Sihirbaz Oz - Lyman Frank Baum

23. Pippi Uzunçorap serisi - Astrid Lindgren

24. Uygarlığı Değiştiren 100 Köpek - Sam Stall

25. Yokyer - Neil Gaiman

16 Haziran 2011 Perşembe

Hediye. Yüzüncüye.


Yarın kargoyla yola çıkmaya hazır.
Sahibi de belli.
Belki de böyle hediye verme işlerini daha sık yapmalıyım.
Paketi hazırlarken çok eğlendim kaplamak için kağıdım olmamasına rağmen...
İçinde de yeni sahibine bir not var.
Keyifle okuması dileğiyle!

Kaç kişi olmuşuz? Çok kişi olmuşuz.


Çok mutlu oldum.

14 Haziran 2011 Salı

Sıradaki Yazar...


Semih Gümüş.

Belki siz de onu benim sevdiğim kadar seversiniz. Belki çoktan sevmişsinizdir bile.

Richter 10 - Arthur C. Clarke & Mike McQuay


Uzun bir süreden sonra yeni bir kitapla karşınızdayım. Bu arada burayı, yorumlarınızı gerçekten çok özlemişim. Neyse bütün yaz bol bol beraberiz zaten.

Bu kitap için öncelikle Resif Kitap'tan Ece Hanım'a teşekkür etmeliyim. O kadar nazik ki anlatamam, okumam için yollamış. Neyse gelelim kitaba.

Hani deneseniz kesin bayılacağınız şeyler vardır ya meselaaaa doğa yürüyüşleri, deniz kabuğu koleskisyonu gibi ama bir türlü binbir sebepten ötürü fırsat bulamaz ve yapamazsınız. İşte bilim kurgu benim için öyle. Eminim, bende nerd potansiyeli kesinlikle var!

Fark ettiğiniz üzere bu 2 yazarlı bir kitap. Açıkçası böyle nasıl kitap yazılıyor ben pek anlamıyorum. Bölüm bölüm mü yazıyorlar acaba o da zor olmaz mı? Neyse, her zamanki gibi önce yazarlarımı tanıyalım sonra da kitaba bakalım.


Clarke'ı (1917-2008) ben de birçoğunuz gibi daha önce duyduğum ama sebepsiz yere okumayı hep ertelediğim bir yazardı. Bu durumdan müzdarip bir diğer yazar ise Isaac Asimov. Clarke'ın en çok duyduğum eseri ise elbette 2001: A Space Odyssey. Eminim aranızda diğer yazdıklarını okuyup, çok beğenip beni onu sadece 2001: A Space Odyssey ile anmama kızanlar olacaktır. Üzgünüm, Clarke ile ilgili bilgim popüler kültür ile sınırlı maalesef. Bu nedenle Clarke hakkında her türlü bilgi ve tavsiyeye açığım. Clarke'ı araştırırken epey garip şeyler okudum. Mesela bu bilim kurgu dehası 1956'da Sri Lanka'ya taşınmış. O zaman tabi ülkenin adı Sri Lanka değil Seylan'mış ve bu kişisel göçün en büyük sebebi de yazarın su altı dalışına olan merakıymış. Okudukça gerçekten garip bir adamla karşı karşıya olduğumu fark ettim. Bir nevi mucit Clarke aynı zamanda. Kısıtlı mekanik bilgimle çok iyi anlayamasam da, bir çeşit uydu üzerinde çalışmış. Sizi aydınlatabilmek için ne olduğunu anlamaya çalıştım, maalesef 2. paragraftan sonra vazgeçtim. Neyse. İşte böyle bir yazarla karşı karşıyayız. E zaten sıradan biri olmasını da bekleyemezdik, öyle değil mi?

İkinci yazarımız ise Mike McQuay. Ben bu adı daha önce hiç duymamıştım, belki aranızda bilenler vardır. Bir bilim kurgu yazarı o da. Maalesef McQuay hakkında bilgimiz bununla sınırlı.


Kitabın kapağını ben gerçekten çok beğendim. Orijinal baskısından bence bin kat daha iyi. Oldukça etkileyici hatta. Dediğim gibi Resif Yayıncılık tarafından basılmış ve 349 sayfa, saman kağıdına. Bu arada macera severler bu yayınevine bir baksın derim ben, oldukça ilginç kitaplar yayınlıyorlar.

Deprem.

Ben çok korkarım. Her insan korkar bilirim ama hep deprem var oldu sanırım hayatımın içinde. Hiçbiri can ve mal kaybı verdirecek türden olmasa da ara ara kendini bana hatırlatmayı ihmal etmedi. Bir de belki duymuşsunuzdur, İzmir'de deprem sırasında yerin altından çok korkunç sesler gelir. Böyle homurtu gibi, vahşi hayvanların inlemesi gibi bazen de. Bence jeotermalden ama bilemiyorum tabi, uyduruyorum. İşte ondan deprem korkusu üstüne bir de bu sesin korkusu eklenir İzmir'de. Depreme dair hatırladığım ilk şey de bundan yaklaşık 15 sene öncesine ait. Akşam yemeğine oturmuşken bir anda başlamıştı deprem sonra babam, annem ve ben ki babam gerçekten iridir, annemin makyaj masasının altına girmiştik. Nasıl sığdık oraya hala mantıklı bir açıklamam yok. Şimdi benim bir bacağım anca sığar oraya. Neyse, böyle işte. Deprem fena bir şey.

Bu kitabı okumam da geçenlerde olan Kütahya depremine denk düşüyordu. İşte böyle zamanlarda tek başına yaşamak ayrı zor. Ama bende nasıl bir kitap aşkı varsa, yine de inat ettim, kitaptan ve depremden korkmadım.


Ve sonunda onca çene çalmadan sonra gelebiliyorum size kitabı anlatmaya. Ama zaten baştan söyleyeyim bu sefer olabilidiğince az ipucu verme niyetindeyim kitap ile ilgili çünkü ağzımdan kaçırdığım en ufak detay, sizin bu kitaptan alacağınız bütün keyfi bir anda alır götürür. Evet. Kahramanımız Lewis Crane. 1994'teki deprem ona yaşatabileceği en korkunç şeyi yaşatmış ve ailesini ondan almış. 30 yıl sonra, bambaşka bir dünya düzeninin ortasında tekrar karşılaşıyoruz onunla ve depremlere karşı olan nefretiyle. Kitap boyunca Lewis'in önderliğinde sürdürülen birçok bilimsel çalışmaya şahit oluyorsunuz. Depremleri önceden gösteren sistemler geliştirmeyi en sonunda da depremleri tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyorlar. Sonrasında o kadar fazla şey olup bitiyor ki, anlatmak istesem de hepsini anlatmam gerçekten saatlerimi alabilir. Açıkçası ben komplo teorilerinden çok hoşlanan biri değilimdir, başta bu kitabı da öyle sandım ama anladım ki öyle değilmiş. Bence oldukça başarılı bir anlatımı var ve kesinlikle çok sürükleyici. Mesela bu yeni dünya düzeninde süper güç Çin, İsrail kendi nükleer programının kurbanı olmuş ve kendisiyle birlikte Orta Doğu ve Güney Avrupa'yı da haritadan silmiş. Eminim şu an çok meraklandınız.

Kısacası, yaz tatilinde bir yerlerde güneşlenirken okumak için ideal bir kitap bu. Ama siz yine de, olası bir depremden sonra onu izleyecek olan tsunami'den kaçabileceğiniz bir yerlere serin havlunuzu!

Sevgiler.

Yazlık kitap alışverişinizi yaptınız mı?


Ben hala yapamadım
Okunmayı bekleyenler de yolumu gözlüyor zaten
Siz neler aldınız?
Sırf meraktan soruyorum
(:

Ben bunlara bayıldım!

Arşive bir baktım da sadece bir kere kitap aralarıyla ilgili bir şey yayınlamışım. Bu haksızlığa bir dur demek lazımdı.

Ben son ödevimi teslime hazırlarken, siz de bunlara bakabilirsiniz.

İşte ben bunlara bayıldım!







13 Haziran 2011 Pazartesi

12. Mini anket sonuçlandı!


Farkındayım, üzerinden haftalar geçti ve ben daha yeni yazıyorum. Neyse. Bu sefer gerçekten soruyu hatırlamamız gerekecek sanırım.

Takip ettiğiniz bir edebiyat dergisi var mı?

Ankete toplamda 36 kişi katılmış.

20 kişi evet takip ediyorum demiş.
16 kişi, maalesef hayır demiş.

Açıkçası ben biraz şaşırdım, azıcık da üzüldüm. Çünkü gerçekten iyi edebiyat dergileri var. Kitaplarla ilgiliyseniz ki bunu okuduğunuz için ilgili olduğunuzu varsayıyorum, bence çok şey kaçırıyorsunuz siz hayırcılar. Benim hayatımda hep bu dergilerden vardı sanırım. Hiçbir şey anlamadan annemin dergilerini karıştırdığımı hatırlıyorum. Sonra da kendim almaya başladım. Neden bu kadar hoşuma gidiyor bilmiyorum. Kitaplar hakkında okumak da güzel benim için herhalde ondan. aslında keyifli bir çok yanı var. Mesela okuduğunuz bir kitabın yazarı ile yapılan röportaj ilginizi çekebilir. Kitabı sevseniz de sevmeseniz de hangi koşullar altında, neler düşünülerek yazıldığını öğrenmek bence keyifli. Sonra yeni çıkanlar hakkında da bilginiz oluyor. Kitaplık düzenlemesinden yazarların hayatlarındaki en ilginç detaylara kadar birbirinden keyifli konular oluyor. Bir de yazmayı sevenler için yarışmaların haberleri...

Benim takip ettiğim 5 tane var. Birincisi elbette ki Notos Kitap. Diğeri ise Roman Kahramanları. Üç ayda bir yayınlanan Roman Kahramanları yayın hayatına veda etmedi fakat kadrosu değişti. Ondan sonra henüz almaya vakit bulamadım. Umarım içerik ve kalite açısından değişen çok bir şey olmaz. Elbette Kitap-lık'ı da takip ediyorum. Size de tavsiye ederim. Son olarak Varlık var ve bir de K dergi. Bu diğerlerine göre birazcık daha az derine iniyor ama benim deniz kıyısında okumak için son derece uygun bulduklarımdan. Bir de gazete kağıdına (bu kağıdın özel bir adı var mı, bilmiyorum) basıldığı için ayrı güzel bence.

Benden bu kadar.

Siz neleri takip ediyorsunuz?

Olanlar, Bitenler...


Herkese merhaba,

Epey zamandır yokum ortalarda, farkına varanlar da oldu. Teşekkürler. Artık aranıza geri döndüm, bir nevi hayata da geri göndüm. Ama değişerek biraz. 1 ay içinde insan ne kadar değişir diyebilirsiniz. Emin olun gerçekten çok fazla değişebilir. Şöyle ki...

En yakınlarının aslında en yakın olmadığını anlayabilir, uzakta olanların aslında bunca zamandır ne kadar yakınında olduğunu farkedebilir.

Ne olmak istediğine değil fakat ne olmak istemediğine; kime benzemek istediğine değil fakat kime benzemek istemediğine karar verebilir.

Vazgeçebilir.

Vazgeçilebilir.

Havalar ısınınca çiçeklerin tadının kaçtığını, arada onları neşelendirmek için fazla ilgi göstermek gerektiğini öğrenebilir.

Çocukluk arkadaşlarının sizi en iyi anlayan kişiler olduğu gerçeğinin bir daha farkına varabilir.

Bazı çocukluk arkadaşlarının çoktan çocuklukta, oynanan oyunlarda kaldığını görebilir.

İçinde derinlerde bir yerde yazar olmak için yanıp tutuşan ama inatla yazmayan bir ikinci kişinin farkına varabilir.

İleride hangi ülkenin hangi şehrinde yaşamak istediğine karar veremeyebilir ama evinin odalarının en ufak detayını dahi resmedebilir.

Çizim yapmayı özlediğini fark edip kömür kalemleri tekrar eline alabilir.

İnsanları anlamaya çalışmaktan (en azından bir süreliğine) vazgeçebilir.

20 gün içinde bir sürü sınava girebilir, onlarca sayfa yazı yazabilir, kütüphane eşrafına dahil olabilir.

En güzel dondurmanın çikolatalı olduğuna kimbilir kaçıncı kez tekrar karar verebilir.

Yalnız yaşamanın tatsız olduğunu ama alıştıktan sonra da kalabalıkların zorladığını düşünebilir.

Başka bir ülkede bambaşka insanların içine doğsaydım acaba yine aynı şeyler kalbimi kırar mıydı? diye sorabilir.

Kalp kırıklığının acısı ağzında buruk bir tat bırakabilir.

Toplamda 10 kiloya yakın erik yiyebilir.

Galata'nın sokaklarında yanında en sevdikleriyle dolanabilir, geceyi jazz ile noktalayabilir.

En yakınlarının kalp kırıklarına şahit olabilir, onları keyiflendirmek için 3000 kişiye rezil olmayı göze alabilir.

En etkili sakinleştiricinin Sudoku olduğunu keşfedebilir, birkaç gün içinde yüzlercesini çözebilir.

Boşluğa düşebilir.

Kimseye haber vermeden uzaklara gitmek için bavul hazırlayıp vazgeçebilir.

Tutunacak yeni hayaller kurabilir.

Yaz için planlar kurabilir, pasaportu çekmeceden çıkarabilir.

Yalnızlığın tadını çıkarmaya karar verebilir.

Kitaplara geri dönebilir.

Mutlu olabilir.