25 Aralık 2011 Pazar

Beni bağışlasana.

"Şiirlerle birlikte bir kenti de böyle arkamda bıraktım ve kimsenin beni tanımadığı, benim kimseyi tanımadığım bu büyük şehre ayak bastım.

Bana ne düşündüğümü sorduklarında, O'nu diyordum. Ve eklemek istiyordum: O kadar dev, yılmaz, yıkılmaz bir O'ydu ki o, bir zamanlar, sanırım, bana ben kadar yakındı.

Sarhoşluktan boğulacak gibi olduğum bazı geceler, yüzlerce küçük resimle, yazıyla, fotoğrafla kapladığım masa aynasının karşısına geçiyor ve eksik, eğri büğrü kelimeler eşliğinde pes bir yakarışa koyuluyordum:

"Tanrım söyle bana, ben daha ne yapabilirdim? Herkesin darbelerle buzdan delilere döndüğü bir zamanda ayağa kalkmadım mı? Benim de kanı çekilmiş bir devrime adadığım kanatlarım, uzun, serin nefeslerim olmadı mı? Sesimi, paramparça bir devrimi devralan kardeşlerimin sesine katmadım mı? Batı'dan Doğu'ya, her biri aşkla titreyen kelebekler uçurmadım mı? Beni bağışlasana, beni bağışlasana, beni bağışlasana...

Küçük bir açıklık kalmıştı fotoğrafların arasında, her defasında sol gözüm o açıklığa rast geliyordu ve ben sadece sol gözümle ağlıyordum. Açıklığı kapatıp aynayı tamamlamaya cesaret edemiyordum. Sol gözüm yaşayan, hatırlayan yanımdı benim. Bu yarım hatırlamalarla, minvali hiç değişmeyen bir ömrü tamama erdireceğimi sanıyordum. Sol gözüm son kez aynadaki açıklıkta kendisine bakarken, ben yine aynı evden aynı ofise, aynı ofisten aynı meyhaneye, aynı meyhaneden aynı eve yürüyecek, aynı O'na yakaracak ve neden sonra elimde bir tabancayla, kalan yirmi dört kutucuğu da karalayıp gölgelere çekilecektim.

Yanılmışım.

Hayatım, artık varlığından bile emin olmadığım bir şehre akacaktı aniden.

Nihayet ruhumun fermuarını çekebilecektim.

Ve haysiyet denklemime bir çekidüzen verebilecektim..."

-Murat Uyurkulak, Tol.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder