4 Nisan 2012 Çarşamba

Ama ölüm her şeyin büyüsünü bozmuştu.

"Kendimi bitkin ve aynı zamanda, pek coşkun buluyordum. Artık gün ışırken gelecek olanı, ölümü düşünmek istemiyordum. Hiçbir şeye benzemiyordu bu, sözcüklerden ya da boşluktan başka bir şeye rastlamıyordum. Ama öbür noktayı düşünmeğe başlar başlamaz tüfek namlularını üzerime çevrilmiş görüyordum. Arka arkaya belki yirmi kez öldürülüşümü yaşadım; hele bir seferinde, gerçekten öldüğümü sandım: bir dakika uyuyabilmiştim. Beni duvara doğru götürüyorlardı, ve çırpınıyordum; özür diliyordum kendilerinden. Sıçrayarak uyandım ve Belçikalı’ya baktım: uykumda bağırmış olmaktan korkuyordum. Ama o bıyığını buruyordu, hiçbir şeye dikkat etmemişti. İstemiş olsaydım, bir dakika uyuyabilirdim sanıyorum: kırk sekiz saattir gözümü kırpmamıştım, kolum kanadım kırılmıştı. Ama iki saatlik yaşamı yitirmeğe niyetim yoktu: gün ışırken beni uyandırmağa gelmiş olacaklar, kalkıp uyku sersemi peşlerine düşmüş olacak, “gık”demeden eşek cennetini boylamış bulunacaktım; böylesini istemiyordum, anlamak istiyordum. Kabuslara uğramaktan da korkuyordum. Ayağa kalktım, enine boyuna dolaştım ve düşüncelerimi değiştirmek için, geçmiş hayatımı düşünmeğe başladım. Aklıma karmakarışık bir yığın anı geldi. İçlerinde iyileri ve kötüleri vardı – ya da bunları ben önceden böyle adlandırıyordum hiç değilse. Yüzler ve öyküler vardı içlerinde. Şenlik’te Valence’da boynuz taktıran bir tüysüz delikanlının yüzünü, amcalarımdan birininkini, Ramon Gris’ninkini gördüm yeniden. Öyküler anıladım: 1926 yılında üç ay nasıl işsiz kalmıştım, açlıktan az kalsın nasıl nalları dikiyordum. Gırnata’da bir sıra üzerinde sabahlamış olduğum bir geceyi anıladım: üç gündür yemek yememiştim, çılgına dönmüştüm, gebermek istemiyordum. Gülümsetti bu beni. Nasıl da hırsla, mutluluğun ardından, kadınların ardından, özgürlüğün ardından koşuyordum. Ne yapmak için? İspanya’yı kurtarmak istemiştim, Pi y Margall’a bitiyordum, anarşist harekete katılmıştım, kamu toplantılarında konuşmuştum: ölümsüzmüşüm gibi, her şeyi ciddiye alıyordum.

Şimdi bütün yaşamımı karşımda görüyorum duygusuna kapılıp şöyle düşündüm: “Kutsal bir yalan bu. Son bulmuş olduğuna göre hiçbir şeye değmezdi hayat. Nasıl gezip tozabildiğimi, kızlarla nasıl kırıştırdığımı geçirdim içimden: sadece böyle öleceğimi tasarlamış olsaydım, serçe parmağımı bile kıpırdatmış olmazdım. Hayatım, bir çanta gibi kapalı, sır dolu önümde duruyordu işte, ama içinde her ne varsa gene de suyunu çekmemişti. Bir an, hayatım üzerine yargı vermeğe kalktım. Şunu demek istemiş olacaktım: güzel bir hayattır bu. Ama hayat üzerine yargı verilmezdi, bir taslaktı hayat; zamanımı ölmezlik yolunda işler çevirmekle geçirmiş, hiçbir şey anlamamıştım. Hiçbir şeye yanmıyordum: bir yığın şey vardı, manzanillanın tadı ya da Cadix yakınındaki ufak bir koyda yaptığım deniz banyoları vardı yanabileceğim; ama ölüm her şeyin büyüsünü bozmuştu.”
-          Duvar, Jean-Paul Sartre.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder