31 Ağustos 2012 Cuma

Zor okunan kitaplar ve sizden gelen yorumlar.

Geçen günlerde zor okunan kitaplar hakkında bir şeyler yazmış, sizlerin ne düşündüğünü sormuştum. Çok güzel görüşler geldi, sizlerle de paylaşıyorum hemen.

Twitter'dan Robenson dedi ki: "Okurunu seçememiş kitap daha doğru bir tanım bence. Tristram Shandy/Laurense Stern/YKY Başlayıp başlayıp bırakıyorum, senelerce!!"
 


Yine Twitter'dan Kedi Mytzia ise şöyle bir yorum yaptı: "Orijinal yazım dilinden kötü çeviri yapılmış kitaptır. Hiç bişey anlaşılmaz, sayfanın sonuna gelene kadar yüreğin ağrır." 

Kedi Mytzia gibi, çeviri işinin kitabın okunulurluğu konusunda en önemli etkenlerden biri olduğuna ben de kesinlikle katılıyorum. Robenson ise daha önce pek de düşünmediğim bir şeyi düşündürttü bana. Belki de zaten en başından kimi kitap seçimlerimizde çok yanlış kararlar verip, okumak adına inat ediyoruz. Sonra da kitaba suç buluyoruz zor okunuyor diye. Bu aslında kendi numaramızdan bir numara küçük ayakkabı satın alıp sonrasında bu ayakkabı rahat değil demeye benziyor. 

Post altına yapılan yorumlara gelecek olursak, herbiri şahane. Neredeyse hepsine katılıyorum diyebilirim, örnek verilen kitaplar hariç çünkü kimini okumadım kimiyse beni o kadar da yormadı. İşte diğer bir ilginçlik ise burada. Hani listeler yapılıyor ediliyor da, çok farazi, kişiden kişiye değişen bir şey bu okuma işi. Yine de iyi bir kamuoyu yoklaması olduğu görüşündeyim. Katılan herkese teşekkür ederim! Post altına yapılan yorumlara gelecek olursak onlar da şöyle:


gölgeli_yol27 Ağustos 2012 13:21

Ben 'zor okunan kitaptan' okunma süreci zorlu geçen kitapları anlıyorum. Senin de bahsettiğin orada, burada yayımlanan şu 'okunması zor olan kitaplar' listelerinde Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü görünce şaşırıyorum mesela. Elbette bu kitap ironik ve farklı yorumlara açık fakat ben bu kitabın yorumlarını düşünmeden salt roman olarak okurken hiç de zorlanmadım. Tanpınar'ın eski kelimeleri çok fazla kullanması bile okumamı zorlaştırmadı ve sıkıldığım olmadı.


Zor okunan kitap deyince aklımda tek bir kitap gelir: Faulkner'ın Ses ve Öfke'si. Gerçi en son üç yıl önce bi okuma girişiminde bulunmuştum fakat başarılı olamamıştım. Şu an denesem muhtemelen bitiririm. Fakat cesaret edemiyorum. Benim için zor kitap, okurken anlamadığım ve zorlandığım kitaptır. Yani zor okunan kitap, okuma sürecinde sıkıntı yaşatan kitaptır.

Enes Biga27 Ağustos 2012 13:46

Zor okumadan kasıt nedir hep merak etmişimdir zaten:) Ama benim bakış açıma göre mesela Dostoyevski'nin kitapları olabilir.Tasviri ve felsefesi bol olan yapıtlardır. Ya da belki ''Denemeler''. Çünkü bu kitapların anlattığı daha doğrusu yazılarının görünen anlamlarından daha derin anlamlar çıkıyor. Her okuyuşunda farklı bir cümle tanımlanabiliyor. Benim aklıma ilk gelen kitap ise Dostoyevski'nin İnsancıklar eseridir.


white rabbit in the forest27 Ağustos 2012 13:59

 Cortazar - Seksek. Okuma süreci hayli zorlu geçmiş olsa da eşsiz bir kitap diyebilirim.


mordefter27 Ağustos 2012 15:25

Okunması zor olarak kötü çevirilmiş felsefe kitapları

okundukça hayatı zorlaştıranlar olarak uyuyan adam, tutunamayanlar


Met28 Ağustos 2012 18:04

Balzac'ın istisnasız her kitabının ilk iki yüz sayfası... Goriot Baba, Vadideki Zambak... Hiç fark etmez. Ben böyle bir şey görmedim. Dostoyevski'nin Budala'sı bile su gibi akıyordu bu kitaplara kıyasla.


Judy Abbott29 Ağustos 2012 23:49

Virginia Woolf - Mrs Dalloway, ömrümü yedi ömrümü :)

Orhan Pamuk ve romancılığı üzerine kitap tavsiyeleri.


Orhan Pamuk sever misiniz? Ben severim. Epey severim hem de. Çoğu kitabını da okudum diyebilirim. En güzelleri sona sakladım, hala okumadım. Bu sene bir ders için Kar romanını okumuştum. İyi bir okuma deneyimi oldu benim için çünkü romanı okuduktan hemen sonra akademik bir makale yazmam gerekiyordu, ben de bu nedenle Orhan Pamuk edebiyatı ve özellikle Kar üzerine yazılmış incelemelere, tezlere göz attım. Metin analizine dair de öğrendiğim şeyler oldu. Dediğim gibi, bu üç kitabı o dönemde alıp faydalanmıştım. Orhan Pamuk okuyup, seven/sevmeyen ama yazarı ve yazdıklarını biraz daha derinden anlamak isteyenlere kesinlikle öneririm. Bu kitaplar ile haşır neşir olduktan sonra yazarın romanlarına bakmak da ayrı bir keyif. Şimdi kitaplar üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.

1. kitap: 
Orhan Pamuk'u Anlamak, Engin Kılıç (Derleyen), İletişim Yayınları, Çağdaş Türkçe Edebiyat Serisi #79, 1999 -431 sayfa.

Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden Engin Kılıç Orhan Pamuk'un romancılığı üzerine kaleme alınmış yazıları bir araya getiriyor bu kitapta. Tam 41 adet. Ve benim elimdeki genişletilmiş baskıya Benim Adım Kırmızı üzerine yazılanlar da eklemiş. Peki kimlerin yazıları var bu kitapta? Hepsini şimdi buraya yazmak biraz zor olduğundan ben gözüme ilk çarpan isimleri söyleyeyim sizlere: Abidin Dino, Jale Parla, Fatih Özgüven, Yıldız Ecevit, Orhan Koçak, Erol Köroğlu ve Berna Moran...

2. kitap:
Orhan Pamuk'u Okumak, Kafası Karışmış Okur ve Modern Roman, Yıldız Ecevit, İletişim Yayınları,  Çağdaş Türkçe Edebiyat Serisi #137, 2004 -272 sayfa.

Kitap arka kapak yazısı şöyle başlıyor: "Yıldız Ecevit, her şeyden önce, modern romanın kurgu tuzaklarıyla dolu karmaşık dünyasında yolunu yitirdiğini düşünen okur için yazdığını söylüyor." Ecevit bu kitabı için örnek roman olarak Yeni Hayat'ı seçmiş. Edebiyat kuramları, yöntemleri, beş farklı bakış açısında dolanıyor kitap. Okuması kolay mı? Bence çok değil fakat çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğu aşikar. Bu kitabın diğer bir artısı ise, öğreneceklerinizin sadece Pamuk'un romancılığı ile sınırlı kalmayacak olması. Aynı zamanda roman kuramı üzerine de bilgi sahibi olacaksınız.

3. kitap:
Orhan Pamuk'un Edebi Dünyası, Nüket Esen & Engin Kılıç (Hazırlayanlar), İletişim Yayınları,  Çağdaş Türkçe Edebiyat Serisi #171, 2008 -312 sayfa.

Bu kitap ise yazar, eleştirmen ve çevirmenlerin yazdığı 18 yazıdan oluşuyor. Arka kapak yazısında dendiğine göre, Orhan Pamuk'un edebiyat niteliklerin ortaya koyan ve onu edebiyat ve kültür tarihi içinde konumlandıran bir çalışma bu. Sonuç olarak Orhan Pamuk okumalarını zenginleştirdiği de belirtiliyor. Peki bu derleme kitapta kimlerin yazıları var? Murat Gülsoy, Sibel Irzık, Jale Parla, Bert Brendemoen, Sibel Erol ve dahası. Ben özellikle Orhan Pamuk'un romanlarındaki 'temsil ve siyaset' konusuyla ilgilendiğimden, bu kitapta yer alan Sibel Irzık'ın yazısını çok beğenmiştim. 


Eğer aklınızda Orhan Pamuk ve romancılığı üzerine detaylı bir okuma yapmak varsa bir kitapçıya gidip bu üç kitaba göz atmanızı tavsiye ederim. Eminim ilginizi çekeceklerdir.


Son kanaviçe harikası, broş.


Ve karşınızda kendime yaptığım kanaviçe broş. Ben genelde düz renk bol t-shirtler giyiyorum yaz kış. Bazen de fazla sade geliyorlar ve bir şeylerle hareketlendirmek istiyorum. Bu isteğime bazen bir kolye bazen de çok dolamaçlı fularlar yardımcı oluyor. Açıkçası broş çok da sık kullandığım bir aksesuvar değil. Bakalım, biraz deneyeceğim. Seversem farklı çeşitlerini de yaparım gibi.

30 Ağustos 2012 Perşembe

Gelişigüzel Kitaplardan Rastgele Sayfalar Serisi #4: Hiç Niyetim Yoktu- Fatih Özgüven

"Bavulumu girişte bıraktım, içinden bir şey almayacaktım zaten. Yatağı açmadan üzerine uzanıverecektim. Yaz mevsimiydi. Başkalarının yataklarına öylesine yatmaktan haz etmem. Hüseyin'in yatağına yatak ise aklımdan geçmezdi."

-Hiç Niyetim YoktuFatih Özgüven, Metis Yayınları, 2007, öykü, s.23.



Gölgeli Yol'a teşekkürler.

Gelişigüzel Kitaplardan Rastgele Sayfalar Serisi #3: Kadın Dedktif- Alexander McCall Smith

"Johannesburg'a yolculuk on iki saat sürdü. Yollar çok kötü olduğu için hızlı gidemiyorduk. O sıcakta kamyonun arkasına doluşmuş hayvanlar gibi Batı Transvaal'ı boydan boya geçtik. Her saat başı şöför durup yanımıza geliyor, geçtiğimiz her kasabada suyla doldurduğu mataraları bize veriyordu. Mataralar sadece birkaç dakikalığına veriliyordu, bu esnada içebildiğin kadar su içmen gerekiyordu. Daha önce bu işi yapmış adamlar bildikleri için yanlarında su getirmişlerdi ve eğer çok susarsan sana biraz veriyorlardı. Hepimiz Tswana olduğumuz için birbirimize yardım etmekten çekinmiyorduk."

-Kadın Dedektif, Alexander McCall Smith, 2011, Epsilon Yayınları, s.23.



Judy Abbott'a teşekkürler.

Gelişigüzel Kitaplardan Rastgele Sayfalar Serisi #2: Tohum Ölmezse, André Gide.

"Gene de, hikayemin geçtiği yıllarda,yani hatıralarımın en can alıcı olduğu zamanlarda ailemin evi yeniden Katolik,o zamana kadar hiç olmadığı kadar Katolik ve konformist olmuştu. Büyükannem öldükten sonra yengem ve iki çocuğuyla bu evde yaşayan dayım henri Rondeux ise daha çok gençken,hatta koyu Katolik Matmazel Lucille K. İle evlenmeyi düşündüğü zamanlardan çok daha önce mezhep değiştirmişti." 

-André Gide, Tohum Ölmezse, 2010, Can Sanat yayınları, Otobiyografi.



Okaliptus Yaprağı'na teşekkürler.

Yapı Kredi Yayınları: Wishlist.

Günaydın. Evet günaydın çünkü ben bugün epey bir uyumuşum. Ara ara 30 Ağustos sebebiyle evin Kadıköy üstünden altılı gruplar halinde uçan helikopterlerin sesiyle uyanıp, bayramı unutup ‘Acaba savaş mı başladı, bari kalkayım’ desem de, bir türlü uyanamadım. En son merakla pencereye koştum o zaman gördüm helikopterleri. Buradan da bayramı kutlarım.

Gelelim wishlistimize. Arada galiba wishlistler de hazırlayıp yayınlayacağım. Wishlist nedir? Dilek listesi diye pat diye çevirebiliriz ve benim kullanımıma da son derece uygun olur. 

Dün İstanbul’a ayak bastım, okula gittim, Kadıköy’e geldim, Yapı Kredi Yayınları’na uğradım. Daha önce şurada bir kitabından bahsettiğim Jean-Louis Fournier’nin en son kitabı,  Son Siyah Saçım ve İhtiyar Delikanlılara Bazı Öğütler'i almak için. Sonra aklıma geldi, yayın kataloglarından bir tane rica ettim. Yaz 2012’ninki varmış en son basılmış olan. Siz de bence gittiğiniz yayınevlerinden bu kitapçıkları talep edin, planlı programlı kitap alışerişleri yapmanıza neden oluyorlar, fiyatlar da yer alıyor çünkü bu kataloglarda.

Dün epey bir karıştırdım ben de bu kataloğu. Kendime 10 kitaplık bir wishlist yaptım. Siz dilerseniz wishlist demezsiniz de ‘alınsa ne de güzel olur kitaplar’ dersiniz. İşte liste karşınızda!

Öldürmeyeceksin (Seçme Denemeler)- Hermann Hesse
Öfke- Philip Roth
Bir Gezginin Alfabesi/Bölük Pörçük Anılar - Sir Steven Runciman
Türklerin Yazılı Kültürü (Türklerin Edebiyatı)- Giambattista Toderini
Psikanalitik Bir Estetik İçin- Murielle Gagnebin
Zaman ve Anlatı: Üç Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi- Paul Ricceur
Okuma Uğraşı- Akşit Göktürk
Kitapla Direniş- Tomris Uyar
Uygarlık, Batı ve Ötekiler- Niall Ferguson
Mit ve Destan I: Hint Avrupa Halklarının Destanlarında Üç İşlev İdeolojisi- Georges Dumezil


29 Ağustos 2012 Çarşamba

Gelişigüzel Kitaplardan Rastgele Sayfalar Serisi #1: Çağlar Boyu Quidditch, J.K. Rowling.

"Altın Snitch de tıpkı Altın Sinicit gibi ceviz büyüklüğündedir. Mümkün olduğu kadar uzun bir süre boyunca yakayı ele vermeyecek şekilde büyülenmiştir. Rivayete göre, 1884'te Bodmin Kırları'nda bir Altın Snitch tam altı ay boyunca yakalanamamış, bunun sonucunda iki takım da Arayıcı'larının zayıf performanslarından yaka silkerek maçı bırakmıştır. Bölgeyi bilen Cornwall'lı büyücüler, o Snitch'in hala kırda yabanıl bir hayat sürdüğünde ısrar ediyorlar, ancak henüz bu iddiayı doğrulayabilmiş değilim."

Çağlar Boyu Quidditch, Kennil Worthy Whisp (J.K. Rowling), Yapı Kredi Yayınları, 2202, sayfa 23.

Arka Kapak Yazıları Serisi #6: Velocity- Dean Koontz.


Velocity is an astonishing, fast-moving story of an innocent man forced by a serial killer to choose who will be murdered next.

On the widescreen of his SUV, Billy finds the first note:

‘If you don’t take this note to the police and get them involved, I will kill a lovely blonde schoolteacher somewhere in Napa County. If you do take this note to the police, I will instead kill an elderly woman active in charity work. You have six hours to decide. The choice is yours.’

Billy thinks the note is a hoax. The schoolteacher dies.

More communications from the killer follow, more hideous choices, with ever tighter decision times, and with each choice Billy is drawn deeper into an accelerating nightmare, which steadily becomes more personal, more confrontational, until he is isolated, with no one to turn to and no one to rely on but himself. Finally he must risk everything to save the intended victims...

‘Psychologically complex, masterly and satisfying”- The New York Times

Harper Collins Publishers
2005
£ 10.99 
400 sayfa

"Gelişigüzel Kitaplardan Rastgele Sayfalar Serisi" başlıyor!


Bir Salı gecesinden herkese merhaba. Her ne kadar bana sabahatan beri Pazar günüymüş gibi gelse de. Galiba yarın sabah İstanbul’a dönecek olmam bu kafa karışıklığını yaratıyor. Evet, maalesef İzmir tatilimin sonuna geldim. Aslında çok da maalesef değil çünkü İstanbul’u, evimi epey özledim. Pıtı pıtı geri dönüyorum.

Bugün epey keyifli geçti. Hava birden bire soğudu, herkes bu serinliği nasıl da özlemiş. Tüm gün birkaç post önce bahsettiğim kitap odasını yerleştirmekle uğraştım. Başlarda epey keyifliydi ancak kolilerden kitap çıkarmak için eğilip kalkmak, yer yer 3-4 belki de 5 kiloyu bulan dev kitapları taşımak belimi mahvetti. Bu yazıyı da yatarak yazıyorum. Bir günde yapılacak iş de değilmiş, bunu da anlamış olduk. 10'a yakın koli vardı, kitap kolileri. Yarısını belki düzgün düzgün gruplara ayırarak yerleştirdim ancak saatler ilerledikçe elime geldiği gibi koymaya başladım. Bir dahaki İzmir ziyaretimde tekrar elden geçirmek gerekecek hepsini. Bu arada bazen kitaplık düzenlemeleri hakkında mailler alıyorum, özellikle kitapları neye göre grupladığımla ilgili. Yarın ya da öbür gün, kısacası pek yakında bu konuda epey detaylı bir yazı yazacağım.

Blogda serilerin ardı arkası kesilmek bilmiyor. Yeni seri ise kitaplık yerleştirirken aklıma geldi. Aslında itiraf da etmem gerek belki, koliden kitap çıkarıp pat diye rafa dizmedim. Hani rafa bardak dizmek gibi olmadı pek. Elime aldığım her kitabın adına baktım, şöyle fıırt diye bir sayfaları çevirdim bakalım arasından bir şeyler çıkacak mı, arka kapağa baktım, ilk sayfaya baktım (buraya genelde tarih atarım)... Hal böyle olunca iş uzadıkça uzadı. Bir yerden sonra baktım ben rastgele bir sayfa açıp okumaya bile başlamaşım azıcık azıcık, işte orada buna bir son vermem gerektiğini fark ettim. Aynı zamanda bu rastgele sayfa okuma işini de pek sevdim. Sonra aklıma güzel bir seri geldi. “Gelişigüzel Kitaplardan Rastgele Sayfalar Serisi”. Bir de ekşisözlük’te sanki böyle bir şey vardı. Rastgele bir kitabın bilmemkaçıncı sayfasındaki blabla cümlesi. Pek anlaşılır olmadı tabi. Her neyse. Aklımdaki şu: Ben ara ara kitaplığımdaki rastgele bir kitabın bir sayfasından gözüme ilk çarpan noktadan itibaren , paragraf sonuna kadar alıntılayıp post’a yazıcam. Kitap adı, yazar da veriyor olacağım ki sizi meraklandırdıysa o alıntı, belki kitabı okumak bile istersiniz. Dahası da var. Diyelim ki ben o kitabın 74. Sayfasına bakmışım. O postun yorum kısmına siz de elinize geçen ilk kitabın 74. Sayfasından bir alıntı yapıp yazabilirsiniz. Ben de sizden gelenleri yayınlarım büyük keyifle. 

Ne dersiniz? Nasıl fikir? Bence epey eğlenip meraklanabiliriz.

Bu neşeli, mutlu yazının en büyük sebebi Beril’den gelen mail. Mailine uzun bir cevap yazmadan önce buradan teşekkür edeyim dedim. Kelimeler güçlü. Nasıl mutlu oldum bilemezsin.

Son olarak geçen haftalarda gerçekleşen kanaviçe kitap ayracı çekilişinin kazananlarına İstanbul’a döner dönmez hediye paketlerini yolluyor olacağım. Tekrar tekrar özür bu sebepli gecikme için.

Sevgiler.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Kitap Söyleşileri: Çiçek bahçesi, kızı Raşel ve kitaplar üzerine Veteriner Liz konuştu.


Merhaba herkese. Bugünkü kitap röportajımızın kahramanı, ailemizin hayvanlarının veterineri Liz. Elbette ona kendini tanıttıracağım ancak öncesinde ben biraz ondan bahsetmek istiyorum.

Liz 32 yaşında. Biz onu 13 sene önce ailenin ikinci çocuğu Siyam kedimizi sahiplenince tanıdık. Liz o zamanlar 19 yaşında, genç bir veteriner adayı, bizim gittiğimiz veterinerin asistanıydı. Sonra büyüdü, aynı klinikte veteriner oldu, bizimse arkadaşımız. O aynı zamanda iyi bir okur. Sizlere de ilham kaynağı olacağını düşündüğüm kimi değişik alışkanlıkları var kitaplara dair. Bir de evinde epey güzel bir kitap odası var. Bu konuyu da masaya yatıralım bence. Lafı daha da uzatmadan, ve karşınızda Liz.


Okuyan Kedi: Merhaba Liz. Nasılsın?

Liz: İyiyim tatlım, sen nasılsın? Haha böyle de amma komik oldu.

OK: Evet biraz öyle ama birkaç sorudan sonra alışırsın. Daha önce hep öyle oldu. İyiyim ben de sağol. Bu arada şeftalili muhallebi çok güzel olmuş, bu içecek de öyle. Ne var bunun içinde? Meyve suyu gibi bir şey sanki.

Liz: Afiyet olsun. Muhallebinin içinde şeftali ve sakız var. İçtiğinse meyve suyu değil, soğuk şerbet. İçinde de limon, karanfil ve kara dut var. Anneannemden kalma bir tarif. Herkes beğeniyor.

OK: Epey ilginç tatlar ama bir araya gelince çok güzel olmuş. Bugün buraya gelmemin tek sebebi bu röportaj olmasa da onu da aradan çıkaralım bence. Esasında sadece seni ziyaret etmek istedim bir de haftalardır anlattığın çiçek bahçeni ve minik Raşel'i görmekti amacım. Ama dediğin kadar varmış, mükemmel olmuş bu çicekler! Raşel de çok komik.

Liz: Teşekkürler, epey uğraştım bahçeyler. Gittiğim her yerden minik saksılarda beğendiklerimi aldım, toprağa aktarılabilenleri bahçeye diktim, daha minik olanlar saksılarda kaldılar. Bu çiçekler için hırsızlık bile yaptığım oldu, eğer komşu bahçelerin çiçeklerinden minik bir dal almayı hırsızlık sayıyorsak.

OK: Sonunda böyle bir bahçem olacaksa ben de yapardım sanırım o hırsızlığı. Peki zorlukları var mı bahçe bakımının? Bir de senin köpeğin Domdom pek uslu sayılmaz. Kediler desen, bizim evden deneyimlediğim kadarıyla her türlü bitkiyi kemirip kumları eşelemekte birebirler.

Liz: Evet esasında epey zorlandık başlarda. Domdom toprağa yatıp yuvarlanmayı sever. Kedilerimiz Tostos ve Mırmiç de sürekli birbirlerini kovaladıklarından, her yeri talan ediyorlar ancak birkaç uyarıdan sonra akıllandılar sanırım. Şimdi oraya pek uğramıyorlar. Hayvanlar sandığımızdan çok daha akıllılar.

OK: İyi bari. Çiçek bahçen, Domdom, Tostos ve Mırmiç bir yana, sen bir de dünyanın en nonik bebeğine sahipsin. Raşel’in keyfi nasıl bu aralar?

Liz: Haha teşekkürler. Raşel büyüyor. 2 yaşına girdi geçen ay. Saçları uzadı, artık kimse onu erkek bebek sanmıyor. Bu yüzden çok seviniyorum, hep de pembe giydiriyorum. Hatta geçenlerde bir arkadaşım hediye olarak bir elbise getirmiş Raşel’e. Bir çilek kostümü. Ama öyle detaylı hazırlanmış ki, bebeğin vücudu çilek şeklinde, kafasına da yeşil kumaştan çileğin sapını dikmişler şapka olarak. Giydirdik, bütün gün de evde minik bir çilek oradan oraya yuvarlandı. Saatlerce güldük. Onun haricinde bildiğin gibi pek huysuz bir bebek değil. Ben de yakında kliniğe geri döneceğim zaten.

OK: Raşel’in doğumuyla ara vermiştin, kesin özlemişsindir o curcunayı.

Liz: Özlemez miyim? Evdeki kediyle köpekle avunuyorum iki yıldır.

OK: Peki. Benim aklımda sana sorular soracağım üç konu var. Birincisi okuma alışkanlığın, ikincisi evinizdeki kitap odası ve son olarak da Raşel ve kitaplar. İstersen birincisiyle başlayalım.

Liz: Tamam, başlayalım.

OK: Senin iyi bir okuyucu olduğunu, hatta klinikte öğle molalarında, gece nöbetlerinde kısacası her boş vakitte eline bir kitap aldığın bilinir. Diyebilir miyiz ki, kitap okumak senin için bir zevk olmanın yanısıra aynı zamanda dinlendirici özelliğe de sahip?

Liz: Öyle diyebiliriz bence. Ama şunu da eklemek lazım, farklı durumlar için farklı kitaplar seçiyorum. Mesela diyelim yoğun bir klinik gününün ortasında birazcık ara vermişim ve bir şeyler atıştırmak üzereyim, kalkıp da elime zor okunan bir kitap, mesela bir Rus klasiği almıyorum. O an kafamı çok da meşgul etmeycek, kolay okunan bir şeyler seçiyorum. Mesela senin de elinde gördüm geçenlerde, Harry Potter serisi bu gibi durumlar için son derece uygun. Ya da Agatha Christie kitapları, belki Sherlock Holmes. Hal böyle olunca da o an elimde olan kitap beni ne sıkıyor ne de yoruyor.

OK: Çok mantıklı esasında. Peki biraz gerilere dönecek olursak, okuma alışkanlığını edinmende etkili olan şeyler nelerdi? Bir aile üyesi mi, yoksa çok sevdiğin bir kitap serisi mi? Ya da başka herhangi bir şey...

Liz: Aileme bakacak olursam küçüklüğümde herkes çok yoğun çalışıyordu ve akşam eve geldiklerinde sadece yemek yiyip benimle biraz ilgilenmeye vakitleri oluyordu. Bu yüzden onların çok sıkı okurlar olduklarını söyleyemem. Ancak bildiğin gibi ben Londra’da doğdum ve yerel kütüphaneler açısından epey şanslıydım. Okul çıkışlarında, haftasonlarında hep bu kütüphanelere giderdim. Ödev yapar, kitap okurdum. Kitaplardan çok, okuma ve çalışma mekanı olarak kütüphanelerin beni etkilediğini söyleyebilirim.

OK: Epey şanslı bir çocukmuşsun sen o zaman. Peki bu aralar neler okuyorsun? Ne zaman okuyorsun?

Liz: Bildiğin gibi Raşel doğduğundan beri evdeyim. Hamilelik süresince de çok yoğun çalışmadım. Yani iki buçuk yıla yakın süredir kendime ve aileme vakit ayırabiliyorum. Ancak senin ve bu röportajı okuyacak olanların da tahmin edebileceği üzere, yeni doğmuş bir bebekle ilgilenmek, evi buna göre ayarlamak tam zamanlı bir işte çalışmaktan pek de farklı değil her ne kadar eşim Danyel bana çok yardımcı olmuş olsa da. Hamileliğim boyunca her anne adayı gibi ben de bebek bakımı ve gelişimine dair kitaplar okudum. Epey faydalı olduklarını da söyleyebilirim. Doğumdan sonra ise Raşel’i uyuttuktan ve ev işlerini hallettikten sonra okumaya vaktim oldu, bir de geceleri uyumadan önce. Son dönem Fransız kısa öykücülerini epey severek takip ediyorum. Bir de Sabahattin Ali elbette. Okumadığım kitabı kalmadı diyebilirim. Son 10 senedir, senin de bildiğin gibi bir yazar seçip onun tüm eserlerini okuyorum. Yorucu ve zaman zaman sıkıcı da olsa, böylesine bir okuma biçimi hoşuma gidiyor.

OK: Evet bunu biliyorum. Esasında biraz da bundan bahsetmek istiyorum. Hatırladığım kadarıyla öncelikle bir yazar seçiyorsun, sonra bu yazarın bir biyografisini okuyorsun. Sonra eserleri okunuyor en son yine bir biyografisini daha okuyorsun. Çok enteresan.

Liz: Evet duyanlar biraz garipsiyor ancak ben epey hoşnutum bu durumdan. İlk önce biyografiyi okumak bana yazarı tanıtıyor, eserlerinden bihaber şekilde. Sonra eserlerini okuyorum, bu okumalar esnasında biyografiden aklımda kalanlar oluyor ve paralel bir okuma yapıyorum. Eserler bittikten sonra ise bir biyografi daha okuyorum, o zaman tüm taşlar yerine oturmuş gibi hissediyorum. Tabii bir yazarın tüm eserlerini okumak epey zorlu bir iş. Ben de bu taktiği her yazara uygulayamıyorum, çok sayıda eser vermiş yazarlar için de aklımda bir sayı belirliyorum, mesela diyorum ki ben şu yazarın beş kitabını okuyacağım. Aynı şekilde epey keyifli oluyor, denemek isteyenlere kesinlikle öneririm.

OK: Peki bu okuma yöntemini bugüne kadar hangi yazarlarla denedin?

Liz: Hepsini hatırlamıyorum şimdi ama son birkaç senedekiler aklıma geliyor. Salinger ile denedim bu yöntemi, Milan Kundera var bir de. Çehov’un çok fazla öyküsünü okudum, ama tamamladığımı söyleyemem. Sevgi Soysal, Tezer Özlü’nün yazdığı her şeyi okudum. Çeşitli bilimkurgu ve fantastik edebiyat serilerini de tamamladım. Aklıma gelmedi başka... Biraz daha düşüneyim... Ay aklıma gelmedi. Bu aralar da Latin Amerika Edebiyatı epey ilgimi çekiyor. Bir yazar seçip başlarım belki.

OK: Cortazar iyi olabilir. Peki biraz da kitap odanızdan bahsedelim. Bahçe içinde pek sevimli bir evin var. Bahsi geçen çiçek bahçene bakan, büyük pencereli bu kitap odası fikri nasıl çıktı? Neler yaptınız?

Liz: Eşim de en az benim kadar kitap düşkünü. Onun biraz da işi bu olduğundan dolayı (kendisi akademisyen) birkaç sene önce artık evimizde kitaplar her yeri ele geçirmişti, hiçbir yere sığdıramıyorduk. Hal böyle olunca zaten boş duran bir odamızı kitap odası yapmaya karar verdik. Önce duvar kağıtlarını yeniledik, pastel tonlarda boyuna çizgili bir tane seçtik. Sonra yerden tavana kadar krem rengi klasik kitaplıklarla kapladık iki duvarı. Bir tane çalışma masası, bir ikili bir tane de tekli pofuduk açık sarı koltuk koyduk. Böylece kitap odamız tamamlanmış oldu. Büyük pencerelerin içlerine de oturma yerleri yaptırdık, artık kitabını alan bu odaya geliyor.

OK: Evet, çok güzel olmuş. Peki Raşel’in kitaplarla arası nasıl? Daha çok küçük ama sizi kitap okurken görünce nasıl tepki veriyor?

Liz: Epey meraklı aslında Raşel. Bu yüzden ona da yaşına uygun minik kitaplar alıyoruz, zaten boyama yapmaya da bayılıyor. Biz kitap okurken uykusu varsa yanımıza kıvrılıp uyuyor. Eğer enerjikse o da kendi oyuncaklarını alıp yanımızda oyun oynuyor zaten bir süre sonra da uyuyakalıyor. Raşel’i uyuturken, doğduğundan beri bir şeyler okuyoruz. Elbette her şeyi anladığını söyleyemeyiz ama bu okumaların onda alışkanlık olarak kalacağını düşünüyoruz.

OK: Çok iyi bir fikir aslında. Bu röportaj için de çok teşekkür ederim. Eminim keyifle okunacaktır.

Liz: Umarım. Herkese selamlar.

Arka kapak yazısı: Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği - Milan Kundera.

"...Ne yapacağını bilemeden bir avlunun karşı tarafındaki duvara dalıp gitmek; bir aşk anında karnındaki inatçı gurultuya kulak vermek; ihanet etmek, ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk edecek gücü kendinde bulamamak; Büyük Yürüyüş'te kalabalıklarla birlikte yumruğunu havaya kaldırmak; gizlenmiş mikrofonlar önünde espri gösterisi yapmak-bu durumların hepsini tanıdım, hepsini yaşadım...

Romanlarımdaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir... Her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır... Çünkü romanın sorguladığı sır o sınırın ötesinde başlar. Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan hayatının araştırılmasıdır."
- Milan Kundera


Varolmanın Dayanılmaz Hafifiliği'ni dilimize Fatih Özgüven çevirdi. Ülkemizde Şaka ve Gülüşün ve Unutuşun Kitabı adlı eserleriyle tanınan Kundera'nın 1984'te tamamladığı, Avrupa'da yayımlandığında büyük yankılar ıyandıran bu yeni kitabını Murat Belge'nin önsözüyle sunuyoruz.




İletişim Yayınları
Çeviren: Fatih Özgüven
Basım yılı: 1986
Orijinal basım yılı: 1984
Fiyat: Bilinmiyor (anneden kalma)

Arka kapak yazısı: Dublinliler - James Joyce.

"Çağdaş dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan James Joyce'un hayatı boyunca yazdığı birkaç kitap şimdiden klasikler arasında haklı yerlerini almışlardır. 1882'de Dubline'de doğup 1941'de Zürih'de ölen Joyce, kendini özgürce sanata verebilmek için İrlanda'yı terk etmişti. Ama İrlanda ve Dublin, esin kaynağı oalrak bütün yapıtlarında insanlarıyla öne çıktı. İlk önemli yapıtı Dublinliler'de de İrlanda'nın ruhsal tarihinden kapsamlı bir kesit verir Joyce. Bunu yaparken sevgili kenti Dublin'e çocukluk, gençlik, olgunluk ve toplumsal hayat düzeylerinde bakmış, kentinin ruhsal yoksulluğunu sergilemede de ilginç bir yazı kuramı oluşturmuştur. Joyce yaşanan gerçekliğin özüne varmada, önemsiz gibi görünen sıradan yaşantıları ve bunlardaki ayrıntıları ustaca düzenleyerek derinlerde yatan önemli sorunlara göndermeler yapar."

İletişim Yayınları
Orijinal basım yılı: 1914
İletişim Yayıncılık, 1. baskı: 1987
Çeviren: Murat Belge
Fiyat: Bilinmiyor (anneden kalma)

Harry Potter ve Sırlar Odası - J.K. Rowling

Madem Harry Potter serisini yine yeniden okuyorum, bari ben de kitaplar bittikçe yazılarını sizlerle de paylaşayım dedim. Daha önce okuyanlar için güzel bir nostalji, okumayanlar için kuvvetli bir motivasyon kaynağı olacağından eminim. İlk kitap yerine ikinci kitap ile başlıyorum, bu kitap üzerine söyleyeceğim daha fazla şey olduğundan.

Harry Potter ve Sırlar Odası, Yapı Kredi Yayınları'nın Doğan Kardeş Serisi'nin 154 numaralı kitabı. Kitabın orijinal adı, Harry Potter and the Chamber of Secrets. Çeviren Sevin Okyay. 2001 yılında basılmış bu kitap, yani ben 10 yaş civarındayken. Bu da demek oluyor ki dördüncü sınıfa gidiyormuşum kitabı okuduğum esnada. Yıllar ne de çabuk geçiyor (dün saçımda iki adet beyaz buldum). Kitabın filmi de 2002 yılında çekildi. İzleyenleriniz kesin vardır, kanallar da bayramlarda yayınlıyor.

Kitabın özetinden çok da bahsetmek istemiyorum sanırım. Öyle karakterler var ki bu kitapta, ben epey güldüm, hala da aklıma geldikçe gülerim. Mesela Gilderoy Lockhart. Harry'nin okuldaki ikinci senesinde Karanlık Güçlere Karşı Savunma hocası olarak gelir Hogwarts'a. Ve ilginç bir detay. Filmde Lockhart'ı Kenneth Branagh canlandırmıştı, ünlü İngiliz oyuncu ve yönetmen. Son aylarda onu bir yerde daha gördük ama nerede? 2012 İngiltere Olimpiyatları'nın açılışında, Isambard Kingdom Brunel olarak. Google'da bir aratın, kimden bahsettiğimi anlayacaksınız. Lockhart'a dönecek olursak, tüm cadılar ona hayran desek yanlış olmaz. Mrs. Weasley'den tutun da Hermione'ye kadar herkes onu hayranlıkla izliyor, epey de yakışıklı buluyorlar. Bu durumun son derece farkında olan yakışıklı hoca ise kitap kapaklarından, imzalı fotoğraflarından onlara çapkın bir edayla gülümsüyor (hatırlayalım, bu alternatif dünyada fotoğraflar hep hareketli). Beni en çok güldürense Lockhart'ın Harry'e olan düşkünlüğü. Ünlü olmanın ikisini kader ortağı ilan ettiğine inanıyor. Tabii her şey böyle komik ve eğlenceli ilerlemiyor kitap boyunca. Lockhart'ın pure evil olduğuna inanmıyorum ancak üçkağıtçının teki olduğu açık. Tüm o kaleme aldığı, kendi kahramanlık öyküleri ile bezeli kitaplar fos çıkıyor. Zaten epey beceriksiz bir büyücü olduğuna kitap boyunca şahit oluyoruz. Kitabın sonunda da, herkes gibi o da layığını buluyor zaten.

Kitapta sevdiğim diğer karakterler aslında serinin sonraki kitaplarında da yer alıyorlar. Peki kim bunlar? Elbette Fred ve George kardeşler. Tek kelimeyle, mükemmellerler. Sırf bu ikili için bile kitaplar okunabilir, filmler izlenebilir. 

Hagrid'e gelecek olursak, bu kitapta yine başını minik ev canavarlarına duyduğu sevgi nedeniyle belaya sokmayı beceriyor. 

Harry Potter kitaplarını okurken, karakterleri elbette kafamda kurmayı sevdim. Ancak bundan daha eğlenceli bulduğum şey, iki evi hayal etmekti. Bu evler ile ilgili tasvirler çıkınca karşıma çok çok severek okudum, defalarca. Birincisi içinde ona yakın kızıl kafanın yaşadığı Weasleylerin evi. İkincisi ise ev demeye bin şahit isteyen ama ansızın çıkıp gelen konuklar için daima bir parça kazan keki ve çay bulunan Hagrid 'in evi. 

Ve bu kitabın bana kalırsa yıldızı, minik ev cini Dobby. Hem baş belası hem de son derece sadık bir dost. Bu ev cininin sonraki kitaplarda da yer alcak olması sevindirici. 

Başka da diyecek bir şeyim yok galiba, serinin diğer kitapları gibi Harry Potter ve Sırlar Odası da son derece heyecanlı ve sürükleyiciydi. Dursleylerin korkunç evinde başlıyor (bu arada Dudley bence çok ama çok komik bir karakter), Harry'nin Hogwarts'a bir nevi kaçısı ile devam ediyor. İki dönem boyunca Harry, Ron ve Hermione'nin başına gelmeyen kalmıyor. Okumadıysanız bir an önce birinci kitaptan başlamınızı öneririm.

Buradan kitabın filminin IMDB linkine gidebilirsiniz.

Bir kamuoyu yoklaması: Okuması zor kitaplar efsanesi.

Bu aralar, geceleri yatmadan önce ve sabah uyandıktan sonra yatakta ballanma esnasında (ballanma: anneanne dilinde uyanıp yatakta yuvarlanmacaya verilen ad) Harry Potter okuyorum. Yatak sınırları dışında ise dün elimde Milan Kundera'nın ünlü kitabı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği vardı. Esasında ben ne akla hizmetse, lisede bu kitabı okumaya çalışıp, beceremeyip bir kenara kaldırmıştım. Onca yıl ardından elime aldığımda yine de yorucu bir kitap gibi geliyor bana. 

Edebiyat dergilerinde ve çeşitli mecralarda "Okuması Zor Kitaplar" altında çeşit çeşit listeler yayınlanıyor, yazarlara soruluyor, bu konu hakkında tartışmalar hep devam ediyor. Acaba bu etiket/tanım ne kadar doğru? Zor okunan kitap ne demek? Eserin okunmasını zorlaştıran ne? Bu zorluk her okuyucu için aynı zorluk mu? 

Ben böyle şeyleri düşündüğümde aklıma hemen yazar adı gelmez. En sevdiğim kitap ya da yazar sorulduğunda da aynı şey olur, boş gözlerle bakarım soruyu soranın suratına. Ancak bu sefer kendimden emin bir şekilde William S. Burrough kitapları ve Andrey Platonov'un Can'ı diyebiliyorum.

Sorular çok. Sizin görüşlerinizi merak ediyorum. Eğer bu konudaki görüşlerinizi yorum olarak bırakır, ya da mail atmak isterseniz (okuyanbirkedi@gmail.com) ben de bu görüşlerden oluşan bir yazı hazırlayabilirim. Bir nevi kamuoyu yoklaması. Okurken sizi yoran/zorlayan belki de sonuna gelemediğiniz kitapları eklemeyi de unutmayın!

Sevgiler (:

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Mona Lisa Tebessümü - Aldous Huxley

İzmir hala çok sıcak. Akşamları korkunç geçiyor. Sıcak bana çok uyku yapıyor. Dün mesela, öğlen uykum beş saat sürdü. Tabii ardından da korkunç bir baş ağrısı. Uzun yıllardır yurtta kalmaktan, televizyon izleme alışkanlığım epey körelmiş. Zaten yaz döneminde de saçma şeyler var anladığım kadarıyla. Tatil de İzmir’de geçince, akşamları bana açık pencerelerin önüne çekilmiş koltukların, yatakların üzerinde kitap okumak kalıyor. En son okuduklarımdan biri de Can Yayınları’nın Can Cep serisine ait bu kitaptı.

Aldous Huxley’i ben de çoğunuz gibi Cesur Yeni Dünya ile tanıyorum. Okuduğum ilk ve tek kitabı o olduğundan ardından gelen, sanki Bronte kardeşlerin kaleminden çıkma Mona Lisa Tebessümü adlı uzun öyküsü beni epey şaşırttı doğrusu.
Huxley, kitabın da ilk sayfasında belirtildiği üzere, epey ünlü bir İngiliz aileden gelmekte. Bu aileden başka başka da ünlü kişiler çıkmış, Aldous Huxley onlardan sadece biri. Mona Lisa Tebessümü ise 1920’lerin başlarında yazılmış. Yanlış hatırlamıyorsam Julia Roberts’ın başrolünde olduğu aynı isimli bir de film vardı. Ancak Huxley’nin öyküsü ile filmin bir ilgisi yok.
Bu uzun öykünün konusuna gelecek olursa, bir aşk üçgeninden bahsedebiliriz. Bana kalırsa bir aşk dörtgeni. Merkezde yakışıklı ve kadınların her daim hayran oldukları Mr. Hutton var. Ve elbette onun hasta eşi Mrs. Hutton. Gizemli bir Mona Lisa tebessümüne sahip olan Miss Spence ve aşağı sınıflardan gelme, Mr. Hutton’ın son gözdesi genç Doris. Üç kadın (ki bu sayı daha sonra ikiye  düşüyor) arasında kalan Mr. Hutton yer yer pişman olsa da akıllandığı pek söylenemez. İngiltere ve İtalya arasında gidip gelmeler sırasında insan ilişkilerine, anlık zevklere ve ihanete dair epey şey okuyorsunuz. Gerçeğe yakın, başınıza gelmesini istemeyeceğiniz türden şeyler.
Bir süredir rastgele elime aldığım her kitabın bir köşesinden aldatılma hikayeleri çıkıyor. Ki ben aldatılmaktan epey korkuyorum. Korku denmese de epey tatsız bir şey olduğu kesin. Paranoyak değilim belki bu konuda ama oralarda bir yerlerde bir koku öğresi olarak var aldatılmak hayatımda. Her neyse, bence ilginç bir kısa öykü. Okuması keyifli ancak kitap arkası yazısında dendiği üzere bir modern klasik olduğu görüşünde değilim. Entrika, cinayet ve gelgitlerle dolu hikayelerden hoşlananlar için birebir. Yetmiş üç sayfada bitiveriyor, sayfalar da zaten bildiğimiz kitap sayfasının yarısı kadar. Bir kahve içiminde bitecek bir öykü kısacası. Farklı bir Huxley deneyimi için okumanızı öneririm.

Harry Potter sevgim bambaşka.

Siz Harry Potter serisini kaç yaşında okumaya başladınız? 
Kendimle ilgili gurur duyduğum çok fazla şey yoktur. Hatta şimdi düşündüm de, başka bir şey de gelmedi aklıma. Ne diyordum, işte kendimle gurur duyduğum şey Harry Potter’ın ilk kitabı olan Harry Potter ve Felsefe Taşı’nı İzmir’de alan ilk çocuklardan biri olmam. Hatta o zamanlar çevirmeni farklıydı, hatta kitabın adı bile Harry Potter ve Büyülü Taş idi. Hatta bunlardan geçen yaz yine bir Harry Potter yazısında yazmış bile olabilirim. Elimde değil, Harry Potter dendi mi bu birinciliğimle övünmeden duramam.
Kitap şimdi yanımda olmadığından tam tarih veremiyorum ama ben serinin ilk kitabını sanırım 4. ya da 5. Sınıfa giderken okumuştum. Bayılmıştım. Sonraki kitapların kısmen daha ince olanlarının bir gecede bittiğini bile hatırlarım. Sonra kendime bir Harry Potter defteri yapmıştım. Hogwarts’ın krokilerinden tutun da adı kitapların birinde sadece bir kez geçen karakterleri bile not almıştım. Günlüğüm, bardağım, çantam ve aklınıza gelebilecek her şey Harry Potterlıydı. E tabi bir de insanlar beni filmin Hermione’sine benzettiklerinde pek sevinirdim.
Serinin ilk kitabının ilk baskılarından birine sahip olmanın getirdiği yersiz gururun yanısıra gerçekten bana epey anlamlı gelen başka bir şey var. Ben dediğim gibi 10-11 yaşlarımdayken okumaya başladım seriyi. Çocukluğun güzel yıllarına epey de güzel eşlik etti, hayal gücü, yaratıcılık derken epey etkilendim ben bu alternatif dünyadan. Diğer bir örnekse, erkek arkadaşım. 25 yaşında ve daha birkaç ay önce okudu, bitirdi Harry Potterları. Tüm seriyi iki hafta gibi kısa bir sürede. Çok sevdi sevmesine de onlu yaşlarda okumaya benzedi  mi o okuma deneyimi bilmiyorum. Elbette farklıdır, ayrı bir güzelliği de vardır ama ben yine de kendimi ve benim gibi Harry, Ron ve Hermionie ile beraber büyüyenleri daha şanslı görüyorum.
Genelde okuduğum bir kitabı tekrar tekrar dönüp okumayı sevmem. İstisnalar elbette var ama söz konusu Harry Potter olunca durum istisnai hali de aşıyor. Her yaz düzenli olarak bir kere daha okuyorum kitapları. Baştan sona. Mesela şimdi ikinci kitaptayım. Öyle işte, severim ben bu seriyi. Cambridge’da geceyarısı sıraya girip yeni kitaplardan birinin sabah satışa çıkmasını beklemişliğim bile var. Kısacası ,Harry Potter benim için epey şey ifade ediyor. Sizin için de mi?

24 Ağustos 2012 Cuma

Can Yayınları, Can Cep dizisi.

Can Yayınları’nın Can Cep dizisinden haberdar mısınız? Aslında yeni çıkmış değil. İlk çıkış tarihini bilmiyorum ama ben serinin kitaplarına ilk olarak 2011’de rastladım. Adı üstünde, cep kitap olduklarından ötürü hem minikler hem de öyle roman kalınlığında değiller. Taşıması da okuması da epey keyifli. Ancak kitapçı raflarında diğer kocaman kitaplar arasında biraz kayboluyorlar, ben de şans eseri rastlamıştım zaten. Beni buradan duyan birileri varsa bir önerim olacak, iyi bir seri hazırlamışken Can Yayınları bence kitapçılara bu cep kitaplarının ebatlarına uygun olarak ayrı standlar yaptırmayı düşünebilirler ki minik kitaplar aralarda kaybolmasın.

Ben şimdiye kadar iki kitap okudum bu seriden. Anton Çehov’dan Korkunç Bir Gece (kitap yazısına şuradan gidebilirsiniz) bir de en son Aldous Huxley’nin Mona Lisa Tebessümü (bu kitap üzerine de bir şeyler yazmış olacağım bir sonraki postta). Belki de bana öyle geliyor ama çevremde kimseler haberdar olmadı bu seriden, acaba tanıtımı mı iyi yapılmadı? Öyleyse çok talihsiz olmuş çünkü epey güzel seçimler yapılmış. Fiyatlarda değişiklik olmuş mudur bir sene içerisinde bilmiyorum ancak ben aldığım zaman kitaplar üç liraya satılıyordu, gayet uygun. Göz atmak isterseniz, serinin kitapları şunlar:      

Binbir Gece Masalları / Richard F. Burton
Neva Caddesi / Nikolay Gogol
Uysal Kız / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Saf Bir Yürek – Üç Öykü I / Gustave Flaubert
Güzel Eleni / Ahmet Rasim
Aslan Asker Şvayk / Yaroslav Haşek
Bir Köpeğin Araştırmaları / Franz Kafka
Aura / Carlos Fuentes
Binbir Hece / Ferit Edgü
Fernando Pessoa’nın Son Üç Günü / Antonio Tabucchi
Nolya / Cemil Kavukçu
İki Deniz Öyküsü / Erdal Öz
Cep Meşkleri / Enis Batur
Ayna / Tahsin Yücel
Yedi Deniz / Piri Reis- Faruk Duman
Kriton ya da Görev Üstüne / Plato
Konuksever Aziz Julien Söylencesi – Üç Öykü II / Gustave Flauber
Tepegözlerin Mağarasında / Homeros
Korkunç Bir Gece / Anton Çehov
Mona Lisa Tebessümü / Aldous Huxley


23 Ağustos 2012 Perşembe

Rusya'dan sevgilerle.


2009/Moskova

O kırmızı ciltli kitaplar: Sosyal Yayınlar, Dünya Klasikleri serisi

Bir önceki yazıda bahsettiğim o seri üzerine bir yazı bu. Başlı başına ayrı bir blog yazısını kesinlikle hak ediyordu. Bir önceki yazıyı da okuyun tabii ama şöyle dedim bu seri için orada, ben ortaokul ve lise yıllarımı bu seri üzerinden hatırlıyorum. Şöyle, Şçedrin'den Büyüklere Masalları'ı okuduğum sıra şu çocuktan hoşlanıyordum, Gogol'un Ölü Canlar'ını okuduktan bir hafta sonra Ankara gezisi olmuştu vb. Bu kitapların esas sahibi babam. Evlenirken çeyiz olarak getirmiş. Başka da bir şeyi yokmuş anladığım kadarıyla zaten (: Ancak babamlar üç kardeş, bana kalırsa tüm seri bizde değil, kardeşler arasında pay yapılmış. Çünkü yazarlara bakıldığında ne bir milli edebiyatlar bazında bir oran ne de tutarlılık var. Üç Rus, Beş Fransız diye gidiyor eserler. İnternette arattım, pek bir şey bulamadım. Belki sizlerin evinde de vardır, siz beni aydınlatırsınız.

1980'lerde basılmış bu seri. E artık üzerinden otuz yıl geçtiğinden, ciltler çok eskimiş. Kapağı açmanızla beraber sayfaların ciltten ayrılması bir oluyor. Geçen yaz böyle yaşlı kitapları onarmanın yolunu göstermiştim şurada. Bu serinin de elden geçirilmesi şart. 

Fotoğraf makinemi İstanbul'da bıraktım, telefonla ancak bu kadar çekiliyor ancak ciltlerin rengi çok güzel bir kırmızı-bordo. Yazılar da altın yaldızlı. 

Peki bu seride hangi kitaplar var, ya da bizim evde hangileri var?

Büyüklere Masallar- Saltıkov Şçedrin
Goriot Baba- Honore de Balzac
Don Kişot- Miguel de Cervantes
Ölü Canlar- Nikolay Gogol
Parma Manastırı- Stendhal
Vadim O Kadar Yeşildi Ki- Richard Llewellyn
Toplu Eserler- Anton Çehov
Babalar ve Oğullar- Turgenyev
Durgun Don- Mihail Şolohov
Kırmızı ve Siyah- Stendhal
Diriliş- Lev Tolstoy
Suç ve Ceza- Fyodor Dostoyevski
Jean-Christophe- Romain Rolland

Her bir eserin en az iki, çoğunun da dört cilt olduğu düşünülürse, kitaplıkta en az iki raf kaplıyorlar. İyi ki de kaplıyorlar. Şimdi düşündüm de, benim bu kitaplara ilişkin anlarım epey eskilere gidiyor, taa Durgun Don'a "aaa don, ihihihi" diye güldüğüm yaşlara. Bu seri olmasa da eminim çoğu evde buna benze klasikler serileri vardır. Fotoğraflarını yollarsanız, seve seve blogda yer verebilirim.

Tekrar ortaya çıktıklarına, aklıma düştüklerine göre, ben bir kez daha Parma Manastırı' okuyayım en iyisi. 

"15 Mayıs 1796'da, general Bonaparte, Lodi köprüsünden geçen o genç ordunun başında, Milano'ya girdi ve yüzlerce yıl sonra, Sezar ile İskender'e bir halef çıktığını dünyaya öğretti." (s.33)

Sevgiler.

Aile kitaplıkları.


Hepimizin ailesinin evinde kitaplar vardır. Kimi evlerde bu kitaplar gruplar halinde farklı yerlere yerleştirilmiştir, kimilerinin ise oturaklı kitaplıkları vardır. Öyle ya da böyle, arasıra o kitaplar karıştırılır, sayfalarından arasından da hep bir şeyler çıkar. Ama hani her evde bulunan kitaplar vardır bir de. Klasikler. Rus klasikleri olu bizim evlerimizde genelde, bazen de Fransız ve İngiliz. Nedense bize çok benzeyen Latin Amerika edebiyatından çok fazla şey yoktur. Annemler evin kütüphanesini yenilemeye karar verdiler. Bugün sipariş verildi hatta. Ben de aile kitaplıkları/kütüphaneleri üzerine bir yazı yazmak istedim. Ben anlatınca belki siz de kendi ailelerinizinkilerden bahsedersiniz.

Ben çocukluğumu anneannemin evinde geçirdim. En sevdiğim oyun araç gereçleri de şunlardı: oyun hamurları, boncuklar, yapbozlar ve kitaplar. Bu evde annemin üniversite sonuna kadar aldığı kitaplar vardı. Liseye kadar alınan kitapların çoğu yerli edebiyat örnekleriydi: Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet... Ben de epey bir süre bu kitapları okudum. Annem zaten kitaplarına hep çok iyi bakar. Bu kitaplardan çoğu hala kaplıdır. Hatta burada minik, koik bir anımı bile paylaşabilirim. Bir yaz tatilini yine anneannemin evinde geçirirken, annemlerin yazın okumam için aldıkları yaşıma ve akıl seviyeme uygun kitaplarımı bitirmiştim, annemin kitaplarına dadanmıştım ama o sıralarda da okuyabileceğim pek uygun bir şeyler yoktu tahminen. Sonra bir telefon konuşmasında annem kitaplıkta Şeker Portakalı olduğunu, istersem onu okuyabileceğimi söylemişti. Ben de bir heyecan, koşup Şeker Portakalı yerine Otomatik Portakalı okumaya başlamıştım. 8 yaşlarında Otomatik Portakalı okuyunca insanın yaşayacağı travmayı az çok kestirebilirsiniz bence. Herneyse, bu da böyle bir hikayeydi. Ne diyordum, hala dönüp dönüp okuduğum, okul için hazırladığım yazılarda dönüp dolaşıp kaynak göserdiklerim ise annemin üniversite yıllarına ait kitapları ki bu kitapların çoğu sanat tarihi, estetik, sinema, edebiyat teorisi konuları üzerine yazılmış eserler. Anneannemlerin o eski evindeki kütüphane de çok sevimlidir. Duvar içine gömme, açık mavi boyalı ahşaptan. Ne çok büyük ne çok küçük. Annemin kitapları bir yana, İzmir'deki evimizde de babamın kitapları vardı. Bu kitaplık baştan aşağı siyasi eserlerle doluydu. Bu nedenle belli bir yaşa kadar ne yanaştım bu kitaplara ne de anlayabildim. Hala çok da ilgimi çektiklerini söyleyemem, siyaset bilimci olmama rağmen. Ancak babamın kitapları arasında öyle güzel bir seri var ki, ortaokul ve lise yıllarımı neredeyse bu kitaplar üzerinden hatırlıyorum. Bir sonraki blog yazımda bu seriden bahsedeceğim, mutlaka okuyun (:

Şimdiki duruma gelecek olursak evde çok fazla kitap birikti. Gruplara ayıracak olursak şöyle:
  • annemin kitapları
  • babamın kitapları
  • anne ve babamın 1990 yılından itibaren beraber aldıkları kitaplar
  • benim çocukluk kitaplarım
  • benim akademik kitaplarım
  • benim kitaplarım (roman vs.)
  • gözden çıkaramadığımız dergiler
  • sözlükler
  • kalın ciltli ansiklopedi benzeri kitaplar

Hal böyle olunca epey büyük bir kitaplık yaptırmaya karar verildi. Aslında evin geneli tadilat altında olduğundan, odaları istediğimiz gibi yeniden düzenleme şansına sahibiz. Bu nedenle odalardan birini sadece okuma odası yapmak istedik. İşte bu odada büyük bir kitaplık, rahat bir koltuk ve minik bir yazı masasında başka hiçbir şey olmayacak. Duvarlar açık sarı-bej boyalı. Kitaplık açık kahve. Koltuk somon rengi üstüne mint yeşili çiçek desenli. Tek eksik perdeler. Onları da annem etamin üzerine kanaviçe işleyecek. Duvarlar da benim minik kanaviçe panolarımla dolacak. Planlar şimdilik böyle.

Sizin evin kitaplığından ne haber?