30 Eylül 2012 Pazar

Pan'ın Labirenti- Guillermo del Toro


Bazı filmler var, ben zamanın birinde izlemeye başlıyorum, gerekli/gereksiz sebeplerden ötürü yarım kalıyor ama demek ki aklımda yer ediyor ki, ben yine dönüp dolaşıp bir şekilde izliyorum o filmi.

Pan’ın Labirenti tam da o filmlerden. 2-3 sene önce, belki de daha fazla, bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine izlemeye başlamış, kim bilir neden yirminci dakika civarlarında bırakmıştım. Geçen akşam canım film izlemek isteyince, gözüme çarptı. Henüz yapım aşamasındaki atkımı, sütlü kahvemi yanıma alıp izlemeye başladım.

2006 yapımı bir Meksika filmi Pan’ın Labirenti. Orijinal adı, El laberinto del fauno. Yönetmeni ise, artık adına aşina olduğumuz Guillermo del Toro.
Bu aralar elimde George Orwell’in Katalonya’ya Selam kitabı var. E tabi iyi gitti bu kitap-film ikilisi. Neden? Çünkü her ikisi de İspanya iç savaşını konu alıyor. Orwell’inki birinci ağızdan bir anlatı, filmde ise iç savaşa paralel başka bir hikaye daha var.
500.000’ yakın insan kaybının yaşandığı tahmin edilen İspanya iç savaşı nedir diyenler şuraya bir bakabilirler.

Film 1944 yılında geçiyor. Kahraman çok filmde. Bizim esas kahramanımız ise, birkaç sene önce terzi babası savaşta öldürülmüş olan Ofelia. Ofelia’nın annesi tekrar evleniyor, sadist bir faşist komutan ile. Anne kız Komutan Vidal’in yanına yerleşiyorlar. Bir yanda savaş tüm gerçekliği ile devam ederken, diğer yandan Ofelia hayali dünyasında ilerliyor.

Aslında tam da bana göre bir filmmiş bu. Tarih, siyaset bir yanda, diğer yanda da fantazya. Bugüne kadar çoğu filmdeki sadist karakterleri gereksiz ya da abartılı bulmuşumdur. Komutan Vidal kesinlikle öyle değildi. Sırf bu oyunculuk için dahi izlenebilir.

Galiba filme dair en sevdiğim şey, Ofelia’nın dünyasını sürekli sorgulamam oldu. Bu hayali yerler, yaratıklar küçük bir kızın kişisel acılarından kaçma taktiği miydi yoksa büyü gerçekten var mıydı? Fantastik kurguda genelde bunları pek sorgulamayız. Çünkü gerçekliğinden bağımsız olarak keyif almaya çalışırız. Bu filmde öyle değil işte. Fantazyayı da en az gerçek dünya kadar çok sorguluyoruz, çünkü biz de bir bakıma savaşın ve gerçeğin acıtan gerçekliğinden, Ofelia’ya katılıp fantazyaya sığınmayı çok istiyoruz.

Ne geldi aklıma peki bu filmi izlerken? Alice Harikalar Diyarında. Çok da takılmadım yine de. Ofelia'nın dünyasına geri dönecek olursak, işte oradaki yaratıklar hiç de herhangi bir çocuk fantazyasında yer alanlara benzemiyor. Korkunçlar. Çok hem de. Savaşın korkunçluğu, korku halinin kesintisiz devamı bir kez de böyle karşımıza çıkıyor bana kalırsa. E tabi bir de, Ofelia'nın savaşın tam ortasında, salt bir çocuk olarak var oluşu. Burası önemliydi.

Film çok güzel. Benim son zamanlarda izlediğim en iyi film. İzlemesi kolay mı? Kesinlikle hayır. Ben bazı sahnelerde elimdeki örgüye gömdüm başımı. Ve bir kez daha anladım, tarih acılarla dolu.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Klasiklerden vazgeçmem.


Son bir ayda biten kalemler


Bence hızlı bir giriş yaptım. Fıtı fıtı sürekli yazıyorum. Notlar, listeler, karalamalar... Bakalım ikinci ayın sonunda kaç kalem olacak.

Assos

























Çanakkale'den fotoğraflar










Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında - Haruki Murakami

Esasında bu kitabı bitireli üzerinden uzun zaman geçti ancak bir türlü yazısını yazamadım. Siz tahmin edin artık arada nice kitaplar böyle yazısı yazılmadan unutulup gidiyor. Geç de olsa birkaç şey söylemek istiyorum kitaba ve yazara dair.

Murakami daha önce hiç okumamıştım. Çok çok duymuştum yine de. Ne duymuştum peki? İki şey: (1) Murakami yeni Kafka (2) Murakami'yi mutlaka İngilizce oku. Ben ne düşündüm kitap bittikten sonra? (1) Murakami Kafka falan değil (2) Çeviri fena değildi ancak bu oyunlu dili İngilizce okumak keyifli olabilirdi.

Murakami kitapları bildiğim kadarıyla Doğan Kitap'tan çıkıyor hep. Çeviri iyiydi, kapağı sevmedim. 

Japon yazarın 1992 yılında basılan bu romanı ilk romanlarından biri değil. Yeni de değil. Ortalardan. Ben neden bu kitabı seçtim, inanın bilmiyorum. Zaten öncesinde yazarın herhangi bir kitabı hakkında çok da fazla bilgim yoktu. Sadece IQ84'ün epey ünlü olduğunu biliyordum, bir de Sahilde Kafka. Elimi attım bu geldi sanırım. Fena da değildi. 

Dediğim gibi, ben bu kitabı deniz-güneş-kum tatilimde okudum. Bir günde. Sahilde. Zaten 187 sayfacık. Akıcı da. Sonunu da merak ediyorsunuz. Bu yüzden akıp gidiyor. Keyifliydi de bence. İnanılmaz etkilenmedim ama iyi vakit geçirdim. 

Öykü oldukça sıradan. Kavuşamayan sevgililer. Aldatmak falan da girince işin içerisine, günümüzü yakalıyor. Ama ben şeyden sıkıldım, çok hem de. Her şeye sahip ama yine de bir türlü mutlu olamayan modern insanın sorunsalları... Bunu işleyen romanlar öyküler de kabak tadı verdi bu yüzden. Hatta son zamanlarda inanılmaz bir biçimde artan fantastik roman merakımın altında yatan sebeplerden birisi de bu. Ben bu modern insanın mutsuzluğundan illallah dedim. Siz?

Bir de arka kapak yazısındaki bir kısım bana biraz saçma geldi. "Tokyo'nun varlıklı mahallelerinden birinde, sıradan ve sorunsuz gibi görünen bir hayat süren Hacime, hiçbir zaman sahip olduklarından daha fazlasını istememiştir." Ne yalan söyleyeyim, benim okuduğum/tanıdığım Hacime bu alçakgönüllü olma halinin yakınından dahi geçmiyor. Sinsice ilerleyen bir sürekli daha iyiye varma isteği bile var denebilir. Aynı zamanda takıntılı ve paranoyak. Mutsuz mu? Galiba.

Açıkçası ben Şimamoto'yu biraz daha tanımak isterdim. Murakami onu gizemli bırakayım derken kurguda delikler açtığını fark etmemiş olsa gerek ki, eksik gedik epey var bu kitapta. Bir de ben yer yer Şimamoto'nun hiçbir zaman açığa çıkmayan hikayesini o kadar merak ettim ki, romandan uzaklaşıp, sadece bu kadının adının geçtiği yerleri iple çeker oldum.

Romanın Goodreads puan 3.83. Ben bu romanın en çok sonunu sevdim diyebilirim. Aldatılma fobisi olan biri olarak, bazı yerlerde epey zorlandım ama yine de Hacime'ye kızmadım. Hacime çok da ilgimi çekmedi sanırım bir roman karakteri olarak.  Esasında romanda özellikle ilgimi çeken pek bir şey olmadı. Belki Japonya'ya gidersem gezip görmelik birkaç yer öğrenmişimdir. Ha bir de romanın adı, güzel olmuş. Okuyunca bana hak verebilirsiniz. Ben galiba Murakami'yi biraz daha okumaya devam edicem. Merak ettim çünkü. Ve gece yatmadan önce okumak için son derece ideal.

Son olarak diyebilirim ki, okuyacak kısa, keyifli bir şeyler arıyorsanız, biraz da Japon edebiyatına göz atmak da istiyorsanız, sizin için biçilmiş kaftan. Her zaman dediğim gibi, büyük beklentiler büyük hayal kırıklıklarını da beraberinde getiriyor bu okuma işinde. Siz iyisi mi kıyıdan kıyıdan gidin.

İlham şeması.

25 Eylül 2012 Salı

Dört gözlere tavsiye.

Çok kitap okumak, gözlük takmak demek benim için. Benim gibi gözlük kullananlara ise bir önerim var. Yıllardır iyi bir gözlük camı temizleyicisi bulamamaktan şikayetçiydim. Yurtdışındayken bu iş için hazırlanmış solüsyonlardan kullanıyordum ancak buraya gelince işler değişti. Bir de neyle silsem camı çizecekmiş gibi gelmeye başladı. Cildim çok yağlı olmasa da tüm gün takınca, camlar tabii biraz lekeleniyor falan filan. Geçenlerde bir gözlükçü bana minik bir sprey şişesine birkaç damla şampuan damlatıp (kremsiz olanlardan) su ile karıştırırsam işime yarayabileceğini söyledi. Öyle de oldu. Minik sprey şişesini ise Watsons'dan aldım. Eminim başka yerlerde de vardır. Fıs fıs yaptıktan sonra gözlük temizleme bezi ya da tülbentle silerseniz camlarınız pırıl pırıl oluyor. Belki de çok yaygın bir yöntemdir bu da ben yeni duyuyorumdur. Her neyse. 

Benden söylemesi.

I eat books.


Kitapseverlerin kesinlikle bayılacağı türden bir yer. Mutlaka göz atın!

17 Eylül 2012 Pazartesi

Atlantis'in Çöküşü I - Marion Zimmer Bradley

Son Assos tatilim kitap okuma açısından epey bereketli oldu demiştim. Marion Zimmer Bradley'nin bu kitabı da bir oturuşta bitirdiklerimden biri. 

Bradley adı fantastik kurgu severlere bir yerlerden mutlaka tanıdık gelecektir. Nereden? Avalon Serisi. Okumadıysanız mutlaka öneririm. İyidir. Bradley kimdir sorusunu soracak olursak, İthaki'nin özetinden belli başlı noktalar şunlar: 1930'da New York'da doğmuş. Anladığım kadarıyla hayatı boyunca her zaman için bir bilimkurgu ve fantazi tutkunu olmuş. En bilinen romanı Darkover deniyor (ben henüz okumadım). Diğer kitaplarından bazıları ise şunlarmış: The Firebrand, Forest House, Lady of Avalon, Lady of Trillium.

Elimdeki kitap gördüğünüz üzere İthaki Yayınları'ndan çıkmış, 1999'da. Ebat olarak da kalınlık olarak da minnacık bir kitap. Bir üçlemenin ilk kitabı.

İyilik ve kötülüğün savaşı var bu seride. Çok sıradışı bir tema olmasa da sıkıldığımı söyleyemem. Bu kitap serinin birincisi olduğundan daha çok karakterleri tanıtma amaçlı gibi. Olaylar yeni yeni başlıyor bile denemez. Galiba pek de başlayan bir şey yok. Ancak okuyucu yine de hikaye ile tanışmış oluyor. Bu üç kitap neden orta kalınlıkta bir tek kitap olarak basılmadı acaba sorusu ise baki.

Bana kalırsa okuması keyifli bir kitaptı bu. Büyük beklentilerle başlamadımi, çünkü bir arkadaşım bir şaheser olmadığının spoilerını bana önceden vermişti. Yine de onun yerdiği kadar da kötü bulmadım. Belki de plajda, keyfim yerindeyken okuduğumdan bana sadece iyi vakit geçirtti. Sorun bana kalırsa şe: çok fazla kısa tutulmuş bu kitap/seri. Yani demek istediğim şu ki, konu ve olaylar epey büyük şeyler. İyilik ve kötülüğün savaşı, entrikalar, aşk bla bla bla. Ama siz böylesine bir seriye A5 boyutunda sayfaları olan 124 sayfalık bir kitapla başlıyorsanız, karakterleriniz silik olmaya, kurgu havalarda uçuşmaya mahkum. 

Bir türlü kitapta neler olduğundan bahsedemedim. Dediğim gibi, iyi ve kötünün savaşı var. Bu esnada Atlantisli prens Micon savaşın bedelini gözlerini kaybederek öder. Işık tapınağındaki beyaz cüppelilere sığınır, Domaris ve Deoris kardeşler ile yolu kesişir. Sonrasında da pek bir olay yok esasında. İkinci kitap daha ilginçtir diye tahmin ediyorum.

Ben en çok Deoris karakterini sevdim sanırım, küçük kız kardeş. Serinin ikinci kitabını bulursam alırım herhalde. Birazcık merak ettim çünkü. Devam etmezsem de bu kitaptan geriye aklımda çok da bir şey kalmaz sanırım.

Yine de iyi bir çeviri, başka bir dünya. Sevme ihtimaliniz yüksek.

Yazarlar ve daktiloları


16 Eylül 2012 Pazar

Yıldız Tozu - Neil Gaiman

Neil Gaiman'ı bilir ve severim. Bu sebeple de tatile çıkarken bavula ilk onun kitaplarından birini, Yıldız Tozu'nu attım. Keyif alarak da okudum.

Gaiman Sandman, Good Omens, American Gods, Neverwhere gibi kitapların yazarı bir İngiliz. Herhalde Türkçe'ye çevrilmeyen kitabı kalmadı. Yazar hakkından daha fazla bilgi için sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Kitaba gelecek olursak, eğlenceli bir kitap. Büyükler için peri masalı. Ancak benim canımı bir nokta o kadar sıktı ki bu kitabı okurken: çeviri. Kitap İthaki Yayınları'ndan çıkmış ki ben bu yayınevinin kitaplarına bayılırım, bu ay yeni ne çıkardılar diye ara ara sitelerine göz gezdiririm. Maalesef bu sefer çeviriden hiç memnun kalmadım. Çeviri bir yana, genel olarak özensiz hazırlanmıştı bence. Kitap içindeki görseller bile piksel pikseldi vs.

Kitabın konusuna gelecek olursak, genç kahramanımız Tristran Thorn köyün güzel kızı Victoria Forester'a aşık olur ve onun gönlünü çalmak için beraberlerken gördükleri kayan yıldızı bulup getireceğine dair söz verir. Ancak bu yıldızın peşinde bir tek Tristran yoktur. Macera böyle başlar ve devam eder de eder. Gaiman'ın esprili, oyunlu dilini severim ben genelde ancak bu kitapta pek bunun izine rastlamadım maalesef.

Bu akşam için planım Stardust'ı, yani bu kitabın filmini izlemek. Eğlenceli olduğunu duydum. Genelde filmler kitapları aratır ancak bu sefer tam tersi olacağa benziyor.

Tüm bunlara rağmen, okursanız keyif alabileceğiniz bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yine de İngilizcenize güveniyorsanız, orijinalinden okuyun derim ben.

Literature Flowchart


Kitap, kapak, tasarım.


İnternette oradan oraya dolanırken karşılaştım bu tasarımlarla. Çok da sevdim. En çok da The Princess and the Pea'yi sanırım. Bakmak isterseniz, tık.

Tatilden sonra, tezden önce.

Güzel bir tatil yaptık. 4-5 gün. Bir davetiye nedeniyle İstanbul'a geri dönmek zorunda kaldık. Fena da olmadı aslında. Yeteri kadar dinlenmiştik. Assos'a gittik. Bir butik otele. İstanbul'da bir saat içinde kulanğınıza çalınacak olan gürültüyü, kaldığımız süre boyunca işitmedik. İskele, deniz, kum... Akşam da zeytinyağlılar, avcı böreği ve oynanan piştiler. Seneye moraller yüksek, keyifler iyi başlıyoruz anlayacağınız.

Tatilde güzel de kitap okudum. 4 ya da 5 tane sanırım. Sahilde yatıp okuması çok güzeldi. Zaten kitap okuma mekanlarının en güzellerinden biri de sessiz sakin plajlar. Yavaş yavaş o kitapların da yazılarını yazıcam.

Tatil bitti. Haftaya okul başlıyor. Benim en yoğun senelerimden biri olacak herhalde. Bakalım. Bekleyip görelim.

Sevgiler.

7 Eylül 2012 Cuma

Writing.


outofprintclothing.tumblr.com



Şuraya bir girip dolanın.
Çok güzel.

Book vs. Movie


What an astonishing thing a book is.



Sevdiğim Bloglar Serisi #3: Zimlicious





Bildiğiniz gibi, belki de bilmiyorsunuzdur, bilmiyorum, Sevdiğim Bloglar Serisi diye bir şey var bu blogda. Ara ara, adı üstünde, sevdiğim bloglara yer veriyorum. Bu seferki konuk Zimlicious.


Esasında çok uzun zaman olmadı bu blogu keşfedeli ancak her gün en az bir kere bakıyorum. Blog yetmiyor, Twitter ve Goodreads'den de takip ediyorum. Dili eğlenceli, konuları ilgi çekici. O da benim gibi kitaplarla ilgili her şeye yer veriyor. 


Nerelerden ona ulaşabilirsiniz?
blog: zimlicious.blogspot.com
twitter: twitter.com/zimsays
goodreads: simay yildiz
mail: neurotoxicdoll@gmail.com 

Lafı çok uzatmadan blog sahibesi ile gerçekleştirdiğim mini röportajımsıya geçiyorum. İyi okumalar.



Kendini birazcık tanıtmaca...
İsmim Simay; 28 yaşımdayım. İstanbul'da, kardeşim ve kedimiz Sally Daisy ile birlikte yaşıyorum. Gündüzleri metin yazarlığı yapıyor, geceleri de hem kitap okuyor, hem de bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Kitap, CD, vs.'lerdeki teşekkür notlarını okumaya takıntılıyım. Yağmurda dansetmeyi (ki bir ara bunun yüzünden adım Caretta Caretta'ya çıkmıştı), örgü örmeyi, bütün gece kitap okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi ve kendi kafamın içinde oluşturduğum dünyayı seviyorum. Bir de olur olmadık zamanlarda yüksek sesle şarkı söylemeye başlayıveriyorum. Pek çok kez asansörlerde birilerine yakalandım bu halde.

Ne zamandır blog yazıyorsun?
Blog yazmaya başlayalı 10 seneden fazla olmuştur. Ancak önceleri, bu konsept daha yeniyken, ben de herkes gibi "bugün depresyondayım günlük" tarzı yazılar yazıyordum. Büyüdükçe bu saçma gelmeye başladı ve yazmayı bıraktım. Kitap bloguma başlayalı ise 2 yıl oldu. Hatta bunu geçen gün de biri sordu ve girip baktım. 2 senedir kutlamamışım blogumun doğumgününü! Önümüzdeki yıl bir çekilişle kutlamayı planlıyorum.
 
Blogunda nelere yer veriyorsun?
Kitaplarla ilgili her şeye. Okuma ve yazmayla alakalı, ilgimi çeken her şeyi paylaşıyorum. Okuduğum kitaplar hakkında yorum yazıyorum. Bazen de okuyanları hayal kurmaya çağırıyorum: "bakın ne güzel bir kütüphane! Hadi bizim olduğunu hayal edelim" gibi.
 
Blog hayatında herhangi bir değişikliğe yol açtı mı?
Blog yazmam sayesinde benimle aynı şeyleri seven pek çok insanla tanıştım. Çoğuyla yüz yüze tanışmıyoruz ancak internet üzerinden de olsa insan yalnız olmadığını görünce mutlu oluyor. Mesela etrafımda kitaplar hakkında konuşabileceğim sayılı insan vardı. Halbuki şimdi yüzlerce kişi var! 
 
Blog,twitter üzerinden tanıştığın birilier oldu mu?
Çok oldu. Yüz yüze tanıştığım kişi de çok oldu. Bizim 'Ex Libris' diye bir kitap kulübümüz var mesela. Hepimize uygun zamanlarda İstanbul'da toplanıyor, sohbet ediyoruz. Kulüpteki kişilerle GoodReads üzerinden tanıştım. Son olarak da yine bir blogger'ın liderliğinde Türkiye'nin ilk blog turunu düzenliyoruz. Blogum olmasa etkinlikte yer alan diğer 10 kişiyi hayatta bulamazdım.
 
Blog okuma alışkanlıklarında bir değişikliğe sebep oldu mu?
İçimden gelmeyen, kafamı veremediğim veya tembellik ettiğim zamanların azalmasını sağladı. Şimdi ister istemez "haftaya ne yazacağım ben?" korkusuyla düzenli bir şekilde okumaya çalışıyorum.

Okuma merakın nereden geliyor? 
Annemden. Kendimi bildim bileli annemin elinde bir kitap vardır ve o kitap sürekli değişir. Gençliğinde hızlı okuma dersleri aldığı için 200-300 sayfalık bir kitabı 1-2 saatte bitirir. Onun okuduklarını ben de hep okumak istedim. Sonra bana küçüklüğünde okuduğu 'Küçük Kadınlar', 'Küçük Erkekler' ve 'Küçük Prens' kitaplarını hediye etti. Sonrasında yine annemin hediyesiyle Jane Eyre'le tanıştım ve devamında kimse tutamadı beni tabii.
 
Hangi türleri okumayı seviyorsun?
Klasikleri okuyarak büyüdüm; o nedenler üniversite yıllarımdan beri daha yeni yazarları, tarzları keşfetmeye çalışıyorum. Tarihi romanlar, science fiction, drama türleri en sevdiklerim. Son zamanlarda her ne kadar kendisiyle bir aşk-nefret ilişkim olsa da Genç Yetişkin türüne de sarmış durumdayım. Kitap tanıtımıda "büyülü gerçekçilik" geçen her şeye dayanamaz, atlarım.
 
Kitap alışverişlerinle ilgili neler söyleyebilirsin?
Daha az yapsam, daha zengin olabileceğimi söyleyebilirim! Maaşımın büyük kısmını kitaplara yatırdığım doğru ancak şimdiye kadar kitaplara harcadığım paraya hiç üzülmedim. Sağolsunlar, ailem geçtiğimiz doğumgünümde bana bir Kindle hediye etti. En azından o zamandan beri okuyup beğendiğim kitapları sipariş veriyor, gönderme masrafından batmıyorum. Her gittiğim yerde de İngilizce ikinci el kitaplar bulur oldum; bu durum çok hoşuma gidiyor!

6 Eylül 2012 Perşembe

Goodreads

Goodreads'e sanırım geçen sene kaydolmuştum. Ama hiç kullanmadım. Neden bilmiyorum. Bugün tekrar kaydoldum (çünkü ilk kaydımı hangi mail adresimle yaptığımı unuttum, çünkü çok zekiyim). 

Username:okuyanbirkedi

Eklerseniz beni sevinirim. Ben de sizi eklerim. Ne de güzel olur. Yavaş yavaş çözmeye çalışıyorum. Teknoloji zor şey tabii.

Great Gatsby karakter şeması

şuradan

Çok iyi dğeil mi? Great Gatsby severlere selam olsun!

En iyi 12 online edebiyat dergisi.

Linki şurada, bakın derim. Çok iyi hazırlanmış bir liste. Aralarında benim bir süredir takip ettiklerim de varmış.

Bir önceki çekilişin paketleri


Bir önceki kitap ayracı çekilişini hatırlıyorsunuzdur belki. İşte o çekilişi kazananların paketleri dün yola çıktı. İçlerinde neler olduğunu söylemem, sürpriz bozulur. Ama minik minik güzel şeyler bence. Umarım beğenirler. Yeni çekilişe katılmayı da unutmayın bu arada!

Fotoğraf karesine giren iki patiden de anlaşılacağı üzere Ayı (kedim) bir türlü rahat bırakmadı. Sabahtan beri. Garip bir enerji patlaması yalıyor gibi.

Kitap kulesi



Geçenlerde önce Euphoric'in sonra da Zimlicious'un bloglarında gördüm bu kitap kulelerini ben de yapmak istedim. Fotoğraf nedense kötü çıktı. Herneyse. Bu kitaplar okunmayı bekleyen kitaplardan ziyade bir süredir göz koyduğum kitaplar. Okunmayı bekleyenler listesine giremediler henüz. Çok aşamalı bir süreç sanırım bir kitap olarak benim önüme gelmek okunmak için (:


Siz de kitap kulesi yapıp fotoğraf çekerseniz, ve mail atarsanız blogda yayınlayabilirim. Eğer bu fikir zaten varsa ve ben fark etmeden çaldıysam haber verin, kendim buldum sandığım bu fikri geri alayım (:

Alttan son iki kitap tam çıkmamış. Biri Britanya Edebiyatından Öyküler, diğeri de Gizemli Benedict Derneği.



Okuma pozisyonları

şuradan
Dolanırken orada burada bunu buldum. Çok sevimli. Sizin okuma pozisyonunuz hangisi? Benimki 10 ve 12 sanırım. Belki biraz da 4.

İnsanın okuma koşullarına göre hatırladığı bazı kitaplar vardır

Elimde bu aralar yine yine yine Elif Batuman'ın Ecinniler'i var. Çok iyi, çok muhteşem de esas mesele bu değil. Bir şey çarptı gözüme kitapta. Şöyle diyor Batuman;

"İnsanın okuma koşullarına göre hatırladığı bazı kitaplar vardır: Okumak ne kadar sürdü, hangi mevsimdeydi, kapağın rengi neydi? Genellikle, bir kitabı o şekilde hatırlamamızı sağlayan şey maddi koşullardır - ama bazen de tam tersi olur."

Ne denir buna? Bence çok doğru, pek de yerinde bir tespit. Siz ne düşünüyorsunuz?

The Annotated Classic Fairy Tales- Maria Tatar (Ed.)


Şimdi size dünyanın en güzle kitaplarındna birini tanıtacağım. En azından benim için öyle. En güzellerden biri. Ben bu kitabı herhalde 3-4 sene önce okulun kütüphanesinde keşfettim, sonra o kadar çok sevidm ki Amazon'dan kendime bir tane sipariş ettim. Benimki İzmir'de kaldığından özledikçe okul kütüphanesinden ödünç alıyorum. 

2002 yılında W.W. Norton&Company Ltd. tarafından basılan bu kitabın yazarı Maria Tatar. Harvard Üniversitesi profesörlerinden. Çocuk edebiyatında epey sözü geçen bir isim. Yazdıklarını okumak çok keyifli. Bu yayınevi anladığım kadarıyla masalları epey seviyor. Bastıkları diğer kitaplar şunlar: The Annotated Alice in Wonderland, The Annotated Wizard of Oz, The Annotated Huckleberry Finn. İmkanınız varsa satın alın ya da bir yerlerden ödünç alın derim.

Peki bu kitapta neler var? Bildiğimiz, klasik peri masalları mercek altında. Hangileri? Külkedisi, Güzel ve Çirkin, Pamuk Prenses, Rapunzel, Uyuyan Güzel... Esasında kitap, masal anlatma geleneğinin irdelenmesi ile başlıyor. Bu eyleme dair eski çizimlere, gravürlere yer verilmiş. Sonrasında dediğim gibi masallar inceleniyor. Güzel olan, masala da yer verilmesi. Sonrasında masaldan belirli alıntılar, kısımların özellikle üzerinden duruluyor ve açıklamalar yapılıyor. Her ne kadar artık bu anlatıları ezberlemiş olsak da bir daha okumak iyi oluyor. Psikanaliz, bilinçaltı, metin analizi, farklı perspektifler, düşünce akımları/okulları... Hepsi bu kitabın içinde var. Mesela, Kırmızı Başlıklı Kız'da ne oluyordu? Avcı gelip kurdun karnını yarıp kahramanları kurtarıyordu. Freud ve çoğu kişi bu sahneyi doğumla özdeşleştiriyorlarmış. Diğer bir deyişle, kurdun hayat verme kabiliyetinden yoksun olmasından kaynaklanan bir sıkıntısı, kıskançlığı olduğu düşünülüyor. Onu kötü yapan etmenlerden biri de buymuş bu anlayışa göre. Çok ilginç değil mi? 

Diğer ilginç nokta ise masalların alternatif sonlarından da haberdar etmesi bizi. Bu masalların ilk ortaya çıktığı zamanlarda ve elbette günümüze kadar çocuklar için ne tür davranış modelleri meydana getirdiğinden bahsetmeleri bir de.

Ayrıca kitapta, masallar için hazırlanmış eski çizimlere de yer verilmiş. Çok güzeller. Yazarlar da unutulmamış. Eksiksiz bir çalışma.

Kısacası, bir yerlerden bulun bu kitabı. Pişman olmayacaksınız.

Son kitap alışverişim.


Bu aralar masallara merak saldım. Ülke seçiyorum, masallarını okuyorum. Masalları okuduktan sonra bir de üstüne farklı açılardan kaleme alınmış analizlere göz atıyorum. Çok ilginç. Tavsiye ederim. Grimm ile başlamak mantıklı olabilir. Çünkü bu masallar üzerine yapılmış çok fazla inceleme yazısı var. Böylelikle aşina olduğunuz masalların nasıl ele alındıklarını görmek başlangıç için iyi olabilir. 

Bugün iki kitap aldım eve dönerken. İkisi de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan. Biri daha önce ismini duymadığım Vladimir Propp'un yazdığı, Masalın Biçimbilimi. Kitabın arka kapak yazısı şöyle başlıyor: "Bu kitap halkbilim, etnoloj, ve anlatı çözümleme alanlarındaki iki önemli bilimadamının üç ayrı çalışmasını bir araya getiriyor... Elinizdeki kitap, gerek masal üstüne araştırma yapmak isteyenlere gerekse her türlü anlatıyı çözümleyici bir yaklaşımla ele almak isteyenlere sesleniyor." Bahsi geçen ili bilimadamı Vladimir Propp ve E.M. Meletinski. Çok merak ediyorum neler var içinde. Çözümleyici bir yaklaşıma değinmeleri yakaladı beni sanırım. Bir de kapağa bayıldım.

İkinci kitap ise George Steiner'ın Mavi Sakal'ın Şatosu'nda. Bu yazarı önceden de tanıyorum, edebiyat eleştirisi ve karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarından. Arka kapakta New Society ve New Yorker'ın kitap hakkındaki yorumlarına yer verilmiş. Epey iyi şeyler yazmışlar. Yazar birçok konuya değiniyor bu kitabında: yazın, kültür, tarih, ruhbilim... İş Bankası yayınları bu kapak tasarımını birkaç kitaba daha uygulamış ama ben hiç sevmedim maalesef.

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları epey ilginç kitaplar yayınlıyorlar. Takip etmek lazım.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Çekiliş var!

Gördüğünüz bu sevimli tebrik kartına sahip olmak için tek yapmanız gereken blogu takip etmek ve bu postun altına yorum bırakmak!

Bol şans (: