17 Eylül 2012 Pazartesi

Atlantis'in Çöküşü I - Marion Zimmer Bradley

Son Assos tatilim kitap okuma açısından epey bereketli oldu demiştim. Marion Zimmer Bradley'nin bu kitabı da bir oturuşta bitirdiklerimden biri. 

Bradley adı fantastik kurgu severlere bir yerlerden mutlaka tanıdık gelecektir. Nereden? Avalon Serisi. Okumadıysanız mutlaka öneririm. İyidir. Bradley kimdir sorusunu soracak olursak, İthaki'nin özetinden belli başlı noktalar şunlar: 1930'da New York'da doğmuş. Anladığım kadarıyla hayatı boyunca her zaman için bir bilimkurgu ve fantazi tutkunu olmuş. En bilinen romanı Darkover deniyor (ben henüz okumadım). Diğer kitaplarından bazıları ise şunlarmış: The Firebrand, Forest House, Lady of Avalon, Lady of Trillium.

Elimdeki kitap gördüğünüz üzere İthaki Yayınları'ndan çıkmış, 1999'da. Ebat olarak da kalınlık olarak da minnacık bir kitap. Bir üçlemenin ilk kitabı.

İyilik ve kötülüğün savaşı var bu seride. Çok sıradışı bir tema olmasa da sıkıldığımı söyleyemem. Bu kitap serinin birincisi olduğundan daha çok karakterleri tanıtma amaçlı gibi. Olaylar yeni yeni başlıyor bile denemez. Galiba pek de başlayan bir şey yok. Ancak okuyucu yine de hikaye ile tanışmış oluyor. Bu üç kitap neden orta kalınlıkta bir tek kitap olarak basılmadı acaba sorusu ise baki.

Bana kalırsa okuması keyifli bir kitaptı bu. Büyük beklentilerle başlamadımi, çünkü bir arkadaşım bir şaheser olmadığının spoilerını bana önceden vermişti. Yine de onun yerdiği kadar da kötü bulmadım. Belki de plajda, keyfim yerindeyken okuduğumdan bana sadece iyi vakit geçirtti. Sorun bana kalırsa şe: çok fazla kısa tutulmuş bu kitap/seri. Yani demek istediğim şu ki, konu ve olaylar epey büyük şeyler. İyilik ve kötülüğün savaşı, entrikalar, aşk bla bla bla. Ama siz böylesine bir seriye A5 boyutunda sayfaları olan 124 sayfalık bir kitapla başlıyorsanız, karakterleriniz silik olmaya, kurgu havalarda uçuşmaya mahkum. 

Bir türlü kitapta neler olduğundan bahsedemedim. Dediğim gibi, iyi ve kötünün savaşı var. Bu esnada Atlantisli prens Micon savaşın bedelini gözlerini kaybederek öder. Işık tapınağındaki beyaz cüppelilere sığınır, Domaris ve Deoris kardeşler ile yolu kesişir. Sonrasında da pek bir olay yok esasında. İkinci kitap daha ilginçtir diye tahmin ediyorum.

Ben en çok Deoris karakterini sevdim sanırım, küçük kız kardeş. Serinin ikinci kitabını bulursam alırım herhalde. Birazcık merak ettim çünkü. Devam etmezsem de bu kitaptan geriye aklımda çok da bir şey kalmaz sanırım.

Yine de iyi bir çeviri, başka bir dünya. Sevme ihtimaliniz yüksek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder