6 Ekim 2012 Cumartesi

Mavi Tilki - Sjón

Dedim ya, ağır gribim bu aralar. Bir an iyi oluyorum, sonra yine başlıyor tatsız, boğazımı acıtan bir öksürük. Az da uyuyuorum bu aralar. Hem zamankinden daha az. Beş saatlik uyku fazla gelir oldu. Anlamıyorum neden. Bana çok vakit kalıyor, orası doğru da bir an gelecek de bu birikmiş yorgunluk çok fena patlayacak diye de korkuyorum bir yandan. İşte yine bu az uykulu gecelerin sabahından birinde taa geçen sene Ekim’de okumaya başlayıp yarım bıraktığım bir kitabı bitirdim.

İtiraf etmek lazım. Ben bu kitabı kapağına bayıldığım için aldım. Ne yazarı duymuştum öncesinde ne de kitapla ilgili bir şey çalınmıştı kulağıma. Sonra ne oldu, Doğan Kitap da bu kapak tasarımlarının beğenildiğini anlamış olacak ki, aynı tür ve çizgide devam etti. Mesela bu aralar elimden düşürmediğim Akşam Yemeği de bu tasarım serisinden. Tasarım ise Geray Gençer’e aitmiş. Ben sadece neden kapakta Björk’ün “Büyüleyici bir roman” yorumuna yer verilmiş onu anlamadım. Tamam, Björk ile bir geçmişi var yazarın da, bilmem, bana biraz gereksiz geldi. Basım yılı ise 2011. İngilizce’den çeviren ise Omca A. Korugan. Çeviri ortalamaydı bana kalırsa.

Yazar Sjón, asıl ismi ise Sigurjón Birgir Sigurðsson. Postmodern yazar olarak biliniyor. İzlandalı. Bu arada İzlanda ne yapıp edip günün birinde gideceğim ülkeler listemin ilk sıralarında yer alıyor. Sjón epey ünlü anladığım kadarıyla. Doğan Kitap’ın sitesinde dediğine göre, yazar Mavi Tilki ile Nordic Council Edebiyat Ödülü’nü kazanmış. Björk’ün rol aldığı Karanlıkta Dans’ın şarkı sözlerinin de yazarıymış aynı zamanda. Bunla da kalmamış, film Oscar’a aday gösterilmiş. İzlanda edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olduğunu eklememe gerek yok herhalde.

İlk olarak şunu söylemeleyim, kitap mükemmel. Ben çok sevdim. Peki neden bir yıl ara verdim okumaya? Çünkü başlarda hiç ilgimi çekmedi, tempo düşüktü ve beni sarmadı. Keşke birazcık daha sabretseymişim. Bir kırılma ve çözülme noktası var ki ortalarda bir yerde, şaşırıp kalıyorsunuz. Esasında incecik bir roman bu. Hemen bitiveriyor, keşke bitmese diyorsunuz.

Av ve avcı. Tarihin ilk ve en eski oyunu. Kurallar belli. Kovalamaca nefes kesici. Ve son. Yeni oyun başlayana dek verilen kısa ara.

Avcının adı, Peder Baldur Skuggason. Av ise mavi tilki. İzlanda’nın soğuk düzlüklerinden ikisi de ilerliyor. Baştan aşağı karla kaplı bir roman. Burada böyle bir kovalamaca devam ederken diğer tarafta ise Fridrik ve Abba var. İşte galiba en etkileyici olan da onların hikayesi. Biliyoruz ya çeşit çeşit aşk var, bir de onlarınkini okumak çok iyi geldi.

Anlatıcı, mekan sıklıkla değişiyor. Zaman ise birkaç gün atlıyor, geri dönüyor, tekrar ilerliyor. Bir bakıyorsunuz dişi tilkinin zihninin içindeyken hoop bir anda olmuşsunuz peder. Bu ilginç bir okuma deneyimi yaşatıyor, ilk başlarda biraz alışma zorluğu çekerseniz, normal. İlk on sayfadan sonra seyre kaptırıyorsunuz kendinizi. Hani “şiirsel bir dil” tabiri vardır ya ve birileri bunu tanımlamanızı istese sizden, çok da başarılı olamazsınız çünkü kelimeler her zaman o kadar da yardımcı olmazlar. Ancak Mavi Tilki’yi okuduktan sonra şiirselliğin ne demek olduğunu hissediyorsunuz.

Iceland Review’da yer alan incelemede ise ilginç bir detayın altı çizilmiş. “Sjón engages in intricate wordplay such that much must be lost in translation. The original title, for example, is Skugga-Baldur, which is a malicious creature from Icelandic folklore, half cat, half fox, but in the story it is also the name of one of the main characters, Rev. Baldur Skuggason, the fox hunter.” Şuradan tam metne ulaşabilirsiniz.

Bana ilginç gelen bir diğer nokta ise olay yılı olarak 1883 verilen bu romanda avlanmak için yola koyulan pederin kıyafetleriydi. Soğuk memleketlerde yaşamak böyle bir şey olsa gerek. Siz de bir okuyun. “Peder Baldur sıkı giyinmiş olduğu için şanslıydı. Annesi, Nal Valdimarsdottir giydirmişti onu tilki avı için. Giydiği kalın, el dokuması iç çamaşırlarının kumaşı öyle sıkıydı ki çamaşırlar kendi başlarına ayakta durabilirdi; bunların üstüne giydiği iç gömleği tavşan derisindendi; iki yün kazağından biri ince, diğeriyse çok kalındı; Danimarka malı pantalonun altında üç çift örgü çorap vardı; ve ayakkabıları tıraşlanmamış fok derisindendi. Bütün bunların üstüne de deri pantalon ve çift sıra balina kemiği düğmeli deri palto giymişti.” (s.85)

Kitabın geneli bir yana, sonu öyle akıllıca getirilmiş ki, takdir ediyorsunuz.

Kıssadan hisse, bence bu kitabı alın bir okuyun. Hem sizinkinden bambaşka bir kültür ile karşılaşacaksınız hem de ilginç bir iki hikayeye şahit olacaksınız. Ve evet, hala oralarda bir yerlerde iyi şeyler yazanlar var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder